Ya da kim bu “HERKES”?
Hem deme ‘bende herkes gibiyim!’ herkes dediğin sana kabir kapısına kadar arkadaştır.” Ya kabirde? İsra Sûresi 70. ayet meâlinde; “Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, onları temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattığımız varlıkların birçoğundan üstün kıldık.” buyurmuş Rabbimiz…
İnsanoğlunun yaratılmışlar içindeki üstünlüğünün sebebi “akıl”dır. Allah (CC) Kur’anı Kerim’de 49 ayette ‘akıl’ kelimesi, 700 den fazla ayette de ‘düşünme’ kelimesini zikretmiş. Aklımızla düşünerek doğruyu bulalım diye… Yaratılışımızdaki fıtratta var olan, yani güncel tabirle; bize kodlanmış olan bir takım özellikleri yerinde ve gerekli şekilde kullanmadığımızdan, aslında çoğu zaman fıtrata ters yaşıyoruz. Fıtrat kelime manası olarak; yaratılmış bütün mahlûkatın temel yapısı, karakteri ve ayrıca insanoğlu için ise; iyiye, doğruya ve güzele doğuştan gelen yatkınlığı ifade eder. Rabbimiz bizlere verdiği fıtratla, doğuştan iyi ve doğru olma halinde yaratmıştır zaten. “Fıtrat Ayeti” olarak ta bilinen Rum sûresi 30. ayette bunu net olarak anlayabiliriz.
Biraz daha açalım… Örneğin kötü bir koku aldığımızda ki hissi birisi mi öğretti bize? Veya çirkin, korkunç bir şey gördüğümüzde ki? Hayır tabii ki, fıtraten iyiye, doğruya, güzele doğuştan yatkınız… Veyahut bir bebek düşünelim; doğduğunda hangi içgüdü ile doğar? Acziyetinden kaynaklı sarıp sarmalanma ihtiyacı, ihtiyaçlarını gideremediği için yardıma muhtaçlığı, yakaladığı parmağımızı eliyle sımsıkı tuttuğundaki güven arayışı… Biraz büyüdüğünde ise sorguları… Neden, ne için, nasıl… Sorgunun başlaması fıtratında olan güvenme ve inanma ihtiyacındandır. Hz. İbrahim’in putperest bir kavîmde, daha çocukluk çağında iken bu sorgularla tevhîd inancına ulaşması da en güzel örnektir. Fıtratın ya da yeni tabirle kodlamanın akılla kesiştiği yer ise îmandır.
Utanma duygusu, adalet duygusu, sevme/sevilme arzusu vb fıtrat olduğu gibi, bunları doğru ve güzel haliyle yaşamak ise aslında îmani haldir. Bu şekliyle fıtrî yaşamak insana huzur, tersi istikamette yaşamak ise huzursuzluk verir. Mesela; yalan söylemek, kalp kırmak, hak yemek, edep dışı yaşamak, zulmetmek vs, zaten fıtrata terstir ve kişi dinî inancını, günahını düşünmese dahi bu eylemler onu vicdanen ve insanî olarak rahatsız edecektir. Çevre etkisiyle, şeytanın vesvesesiyle veya nefsiyle hareket ederek yaptığı bu eylemlerden dolayı hissettiği bu huzursuzluğu, yine fıtratında olan sebep-sonuç ilişkisini kurarak; ”Ama arkadaşımda yapıyor / Herkes böyle/ O bunu hak etmişti / Benimki pembe yalan” vb gibi içsel bahanelerle! Kendini rahatlatmaya çalışacaktır.
Peki ebedî âleme, hesap gününe inandık diyorsak ve bu sadece sözde değil ise; işte o zaman bu bahane ettiğimiz “herkes”in o günde yanımızda olmayacağını, Rabbimizin bize ilahî kelâmında yüzlerce kez uyararak hatırlattığı ve üstünlük vesilemiz olarak bize bahşettiği aklımızla görmemiz gerekmez mi? Gerekir ki o günde o bahane ettiklerimizin hiçbirinin, bir faydası olmadığını bu dünyada iken fark edip ona göre yaşayabilelim. Kul nefsin havâsına kapılıp veya şeytanın /şeytanlaşmış insanların vesveselerine uyarsa; bu geçici dünyada iç hesaplaşmaları, vicdan muhasebeleriyle huzursuz yaşayacak ve ömrü bittiğinde ise ebedî hayatta vaat edilen gerçekle yüz yüze kalacaktır.
Rabbimiz tarafından kullarının iman gücünün imtihan edileceği dünya için, kıyamete kadar müsaade verdiği ve bu işi bilerek yapan şeytanın, insanoğlunu nasıl kandırdığını ve hesap günü kullar “kandırıldım” dediğinde vereceği cevap: “Hesaplar görülüp iş bitirilince şeytan şöyle der: “Allah size gerçekleşmesi kesin olan bir vaatte bulundu; ben de size öylesine vaatte bulundum fakat sözümde durmadım. Aslında benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm de yoktu. Sadece ben sizi inkâra çağırdım, siz de bana uydunuz!” (İbrahim Sûresi-22) Allah (CC) Kur’anı Kerim’de ayet olarak bize bunu da bildirmişken hâlen neden akıl edemeyiz? Bırakın etrafımızda olan; fıtratımıza, kulluk şuuruna, helal/harama uymayan giyimlerini, yaşam şartlarını, para kazanma şekillerini, karakterlerini taklit ettiğimiz insanları, vazife olarak bizi yoldan çıkarmaya çalışan şeytan bile hesap günü bize “, “kanmasaydın” diyecek!
KANMAYALIM!
Özellikle yaşça büyük isek, dilimizde bir türkü “Nereye gidiyor bu gençlik!”
CEVAP: “Heyhat! Bizim onların önünde açtığımız yollara”
Zaman değişti, herkes böyle, kim yapmıyor ki, bir kereden bişey olmaz, önemli olan sensin, için temiz olsun yeter” isimli yollardan gayet sağlam adımlarla ilerliyorlar! Sorsak hepimiz “müslümanız” ama bazı sokak röportajlarını izlerken veya bir toplumda konuşulurken insan olarak, kul olarak, Müslüman olarak içimiz yanmıyor mu? Çok şey var söyleyecek ama…
Ez cümleler diyelim…
“Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir” hadis-î şerifinden yola çıkarak; elimize, dilimize, hayatımıza Rabbimizin bize verdiği o mükemmel, doğru, iyi fıtrata uygun ve diğer mahlukatların üstünde verdiği “akıl” nimetini de kullanarak şekil verebiliriz, vermeliyiz..
Vermeliyiz ki hesap gününde; bırakın görevini îfa eden şeytanı, o “Herkes” dediklerimiz bile hiç bir günahımıza ortak olmayacak!
“AKLETMEZ MİSİNİZ? ” diyor Rabbimiz…
Düşünelim biraz… Kabir kapısına gelince geride bıraktığımız “herkesin” hayırlı, iyi insanlar olması ve bizimde etrafımızdakilere “hayırlı, iyi herkes” olabilmemiz duasıyla.
VESSELAM…