Biliyor musun anne? Eylülün hüznüne; taş duvarların, her hangi bir şey ifade etmeyen gri beton görüntüsüne ilave olarak sözüm ona sıva karışımından kaynaklanan ve sanki de yapıcısının kinini kusmak için fırsat bekleyen, vicdan ile vasıf nedir ifade etmeyen aralıksız küf kokusunu karıştırdılar anne.
Kimilerine göre taş duvarlar daha sıcaktı, kimilerine göre ise geri beton…
Soğuk; iliklerine işlerken insanın, tel örgülerinin insaf nedir bilmeyen hükmü, kasıp kavuruyordu ortalığı. Kimi zaman bir canavar düdüğünde kesilirdi nefesler, kimi zaman ise dost bildiğimiz bir köpek sesinde.
Nice dostlarımızı yanlışlara tanımışız be annem.
Nice arkadaşlıklarımızı…
Han bir Eylül sabahıydı almışlardı bizi evden. Memleket sevdasının hükmüymüş ayrılığımıza sebep olan. Ne senin kokunu duyabildim buralarda, ne de sevdamın.
Kim bilebilirdi ki? Bu ayrılıkların sonunda, darağacının kahreden soğukluğu ve ihanet çemberinden geçirilmiş urganları dolanacaktı boynumuza…
Kim bilebilirdi ki? Sırf zevk olsun diye günün öğün saatlerinde bir kuru lokma yerine, Filistin askısından indirilip, soğuk buz gibi tazyikli su eşliğinde, ciğerlerinize işlenen hakaret dolu cümlelerle doyurulacağımızı.
Onların ne suçu vardı ki anne?
Hem biliyor musun? Kiminin elbisesinin göğsünde ay yıldızımın resmi vardı, kiminin alnında ve bizim yüreğimizde kazınmıştı ya annem, ondan mıdır acaba kimselerin göremediği…
Oysaki bilemedikleri ve hiçbir zaman da anlayamadıkları işte tam buydu annem; Bu sevdanın uğrunda bizim binlerce defa o urgana dost diye sarılacağımı.
Taş duvarların soğukluğunu bile özledik demiştik ya annem. Kimimiz o taş duvarların sıvasından kireç söküp avuç avuç yiyerek ölmek istedik be annem. Bu yapılanlara değil, vatan sevdasına reva görülenlere dayanamadığımız içindir kaçımız.
Kimimiz Halil, kimimiz Mustafa.
Az önce aldılar Orkan’ı,
Bülent duaya durdu annem…
Duanda unutma beni olur mu?
Şartlar oluşmuş nasıl olsa, öyle dediler. Birazdan beni de almaya gelirler nasıl olsa. Sakın bu hüznü Eylüle iftira olarak atamayınız, eylül güzel hüzünlerin vuslat hayallerinin meyvesidir her daim yetişir ayrılık dallarında. Bizim hüznümüzün eylülün ihanetiyle işi ne?
Hem biliyor musun annem?
Bazılarının elbiselerinin göğsündeydi Ay yıldızım, bizim ise yüreğimizde…
Ondandır, saygımız; sandalyelere her tekme attıklarında, urganda bayrak gibi dalgalanışımız.
Dedim ya annem; kimimiz Ali’ydi, kimimiz Yılma…
Sessiz çığlıklarımız, göğe vururdu Mamak boylarında…
Uzm. Hakan Dikmen