Dr. Eray GüçlüerABD’deki seçim sürecinde meydana gelen olaylar aslında Amerika’nın toplumsal yapısında çok uzun süredir var olan ciddi sorunların artık üstü örtülemeyecek kadar büyük olduğunu bizlere gösterdi. Zira seçim sürecinden sonra da devam eden ve daha da sürecek gibi görünen bu olayların sadece siyasi içerikte olmadıkları, J.Biden’in temsil ettiği küreselci akıma karşı ABD’yi koruma amaçlı ulusalcı hareketin kolektif davranış biçimi şeklinde ve ideolojik seviyesi yüksek sosyal hareket karakterinde ortaya çıktığı görüldü. Siyasal sınırların ötesine geçen bu tür sosyal hareketlerin iki temel özelliği vardır. Birincisi bunlara sebep olan sorunlar ortadan kaldırılmadıkça yok olmazlar, hatta kurumsal devlet yapılarını devrimsel şekilde değiştirecek potansiyele bile ulaşabilirler ve ülke içinde geniş alanlara yayılabilirler.
İkincisi de ABD dışında dünyanın pek çok yerine sıçrayabilir ve kendine başka taraftarlar da bulabilirler. Dolayısıyla ABD’de yaşanan ve kongre binasının basılmasını da kapsayan şiddet içerikli toplumsal kalkışmaların bundan sonra benzer şekillerde devam edeceğini ön görmek yanlış olmayacaktır. Ayrıca Biden yönetiminin sorunların çözümüne yönelik bir reçeteye sahip olmaması ve şimdilerde bütün güçleriyle 2024’te başkanlığa aday olmasını engellemek maksadıyla D.Trump’ın siyasi geleceğini yok etmeye odaklanmış olmaları, var olan tansiyonu daha da yükseltebilir. Bir diğer yönüyle de içeride bu kadar ciddi sorunlarla uğraşmak zorunda kalan yeni ABD yönetiminin dış politikada ne kadar muktedir olacağı şimdiden tartışma konusu olmuş durumda.
Dışarıda uygulanacak hareket tarzları politik içerikten yoksun olursa ki öyle olacak gibi görünüyor, bu boşluğu derin küresel elitin kontrolünde olan Pentagon ve CIA doldurur.
Yani bundan sonra ABD için istihbarat ve askeri yapının ağırlıkta olduğu dış politika uygulamalarını daha fazla görebiliriz.
Alışılagelmişin aksine, ABD’deki iç problemler nedeniyle zayıflamış politika yapıcı siyasal mekanizmalar bu iki yapının kontrolü altına girmiş gibi görünüyor. Bu durumun sahadaki yansımaları neler olabilir ayrıca değerlendireceğim ama başta Türkiye olmak üzere ABD ile paradoksal ilişki içerisinde olan bütün ülkeler bu dönemde Siyasal değil Stratejik düşünmek zorundadır.
Gelelim ikinci önemli aktör olan Rusya’ya. Rusya’da geçtiğimiz hafta muhalif lider Aleksey Navalny'nin göz altına alınmasıyla başlayan protesto gösterilerinin arkasındaki asıl sebeplerinin ülkedeki gittikçe kronikleşen sosyal sorunlar olduğunu görebiliriz. Muhalif liderin tutuklanması sadece olayları tetikleyici bir etki yaratmış gibi görünüyor. Ağırlıklı olarak enerji ihracına dayalı bir ekonomi küresel Covid salgınıyla açık vermeye başlayınca, zaten var olan gelir dağılımındaki adaletsizlikler, alt toplumsal gurupların daha da fakirleşmesi ve katı devlet bürokrasisindeki siyasal elitin yıllardır elinde bulundurduğu ayrıcalıklı statü nedeniyle devlet ile halk arasındaki mesafenin her geçen gün daha da artması bugünkü olayların temelini oluşturmuş durumda.
Ayrıca Rusya devlet yönetiminin iç potansiyelinden daha fazla dışarıya açılmış olması da diğer bir eleştiri konusu. Zira Suriye, Mısır, Libya gibi geniş bir coğrafyada askeri ve siyasi varlık göstermesine rağmen beklentilerin karşılanamamış olması Rus yönetimine yöneltilen eleştiriler arasında. Ve bazen geri çekilebilmek yayılmaktan çok daha zor ve tehlikeli olabilir. Bunun yanında Gürcistan, Ukrayna ve Kırım gibi meseleler de Rusya’nın yumuşak karnını oluşturmaktadır. Rusya’da başta Moskova ve St. Petersburg olmak üzere otuzdan fazla şehirde başlayan gösterilere polis tarafından şiddetli şekilde müdahale edilmesi olayları sadece büyütür.
Görüleceği gibi hem ABD hem de Rusya toplumsal temelli sorunlar özelinde ayrışmaktadır. Her ikisinde de iki önemli aktör-D.Trump ve A.Navalny- şu sıralar muhalif konumda sorunsallıklarını sürdürmekteler ve daha da önemlisi temsil ettikleri siyasal ve sosyal hareketleri canlı tutabilmekteler. Ancak burada Rusya’ya ayrı bir parantez açmak gerekir zira Rusya’da esen rüzgarlar bütün Kafkasya’yı üşütebilir.
Özellikle içerisinde FETÖ’nün de bulunduğu ABD’deki soros merkezli yapıların Hazarın doğusundaki Kafkas ülkelerindeki yönetimlere sızmış olmaları Rusya için açık bir tehdit oluşturmaktadır ve buradaki geniş çaplı mücadeleyi Rusya tek başına gerçekleştiremez, Türkiye’ye ihtiyacı var.
Ayrıca Rusya’nın bölgeye asker konuşlandırması dahil her türlü açık ve örtük gayretlerine rağmen ABD destekli Paşinyan’ın hala Ermenistan’ın başında bulunması da Rusya için prestij kaybı anlamına gelmektedir. Önümüzdeki dönemde Kafkaslarda gelişecek durumlara göre Rusya’nın Kafkaslar dışında da Türkiye’ye daha fazla alan açmak durumunda kalması ve Rusya-Türkiye ilişkilerinin daha üst seviyelere çıkması muhtemel görünüyor. Bu arada ABD’nin yaklaşık bir dönem yani 2024’e kadar İran-Rusya-Çin ile aynı anda mücadele etmek yerine İran ve Çin ile ilişkileri dengede tutmaya çalışacağı, Rusya’yı hedef alarak bu ülkeyi zayıflatmaya yönelik politikalara ağırlık vereceği değerlendirilmektedir.
İran’la mücadele, nihayetinde ABD için stratejik başarıyı getirmeyeceği gibi, Rusya ve Çin gibi daha güçlü aktörlerle mücadelede kuvvet bölünmesine yol açabilir
.
Çin’le mücadelede ise ABD’nin şu an için Çin’e karşı tek başına mücadele edebilecek gücü olmadığı için NATO ve Avrupalı ortaklarıyla iş birliği yapması gerekmektedir ancak ne NATO ne de AB henüz bu iş birliğine hazır değiller.
İşte bu dönem ABD dış politikasının esasını “Çin için ittifaklarla hazırlık, İran’ı körfez ülkeleriyle dengede tutmak ve Rusya ile çok yönlü ve ciddi bir mücadeleye girmek” oluşturacak gibi görünüyor.
Sonuç olarak ayrışan bir dünyada hem kendileri ayrışan hem de birbirlerini ayrıştıran küresel aktörlerle karşı karşıyayız. Elbette bu durum denge politikası yürüten Türkiye için birtakım riskler ortaya çıkarsa da stratejik avantajlar da sunabilir. Bu stratejik avantajlardan yararlanabilmemiz için mevcut denge politikasına devam edilmeli, dışarıda askeri ve siyasi varlıklarımız korunurken, içeride ekonomik ve sosyal kalkınmamızı sağlayacak adımlar atılmasına hız verilmelidir.
Dr.D.Eray GÜÇLÜER
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi