AzadMedia
Telegram Facebook Twitter Youtube Instagram

Türkiyəli politoloq Emine Erden Kaya - “İslamofobiyadan İslama qarşı təhlükəli dönüşümün anatomiyası“ - ÖZƏL

  • + A
  • - A
  • 13-02-2023, 17:20

    Türkiyəli politoloq Emine Erden Kaya - “İslamofobiyadan İslama qarşı təhlükəli dönüşümün anatomiyası“ - ÖZƏL


    Son 20ildə müsəlmanlara qarşı qəzəb və nifrət cinayətlərinin artması İslama qarşı və ya İslamofobiyaya qarşı düşmənçilik anlayışlarının irəli sürülməsinə səbəb olub.


    Əslində, İslamofobiya sadəcə İslam qorxusu olaraq təyin olunsa da, bugünkü konseptual izah və şərh səylərinə baxdığımızda əslində çox dərin bir termin olaraq qarşımıza çıxır.

    Konsepsiyanın populyarlığı 1997-ci ildə Britaniyanın Runnymede Trust beyin mərkəzi tərəfindən dərc edilmiş “İslamofobiya: Hamımız üçün Çağırış” adlı hesabatla təmin edilmişdir.

    Bu hesabatda islamofobiya İslama qarşı əsassız düşmənçilik kimi müəyyən edilmiş və İslamın Qərb sivilizasiyasına qarşı tabe mövqedə qiymətləndirilməsinin müsəlmanlara qarşı düşmənçiliyi artırmaqla yanaşı, müsəlmanları marginallaşdırdığı və onlara qarşı ayrı-seçkiliyi qanuniləşdirdiyi vurğulanmışdır.




    Bu gelişmelerle birlikte, Runnymede Trust da, 2018 yılında yayınladığı, “Islamophobia Still a Challenge for Us All (İslamofobi Hepimiz İçin Hala Bir Meydan Okuma)” adlı son raporunda, kavramın tanımı güncellenmiş ve İslamofobi’yi “Müslüman karşıtı ırkçılık” olarak ilan edilmiştir. Gerekçe olarak ise Müslümanların okuldan işgücüne, hapishanelerde ve sokakta şiddete kadar geniş bir yelpazedeki kurum ve ortamlarda dezavantaj ve ayrımcılık yaşadığı belirtilmiştir[2]. Kısaca, İslamofobi Müslümanların inanç, kültür ve etnik kökenini hedef aldığı için yeni kültürel bir ırkçılık türüne dönüşmüş ve daha çok İslam karşıtlığı halini almaya başlamıştır.

    Son dönemde, Doğu-Batı arasındaki karşılaşmalara bakıldığında, özellikle 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirenlerin Müslüman oluşu, “homojen olarak kabul edilen” bir topluluğa yani Müslümanların tamamına olan korku ve öfkeyi, Batı toplumlarında arttırmıştır. Her toplulukta veya aynı değer sistemine inanan kitlelerde, farklı anlayışların, ahlak yapılarının, tercihlerin veya uygulayış farklılıkların olması daima muhtemeldir. Ancak, bu süreçte, topyekûn bir değerlendirme ile İslam’ın karanlık bir ideoloji olarak kabul edildiği ve Müslümanların tamamının bu tehlikeli ideolojiden beslenen güruhlar olarak lanse edildiği görülmektedir. Bu durum ise sosyolojik olarak, toplumlar arası kırılmaları ve çatışmaları da beraberinde getirmekte, çok kültürlülük olgusuna zarar vermekte ve entegrasyon süreçlerini zorlaştırmaktadır.

    Günümüzde, konuyla ilgili literatüre bakıldığında, en çok popülist aşırı sağ partilerin öteki retoriklerinin ve medyanın İslamofobiden İslam karşıtlığına evirilen süreçteki etkin rollerinin yükselişinin tartışıldığı görülmektedir. Bunun en önemli nedeni ise özellikle Avrupa’da önemli seçim başarıları yakalayan popülist aşırı sağ partilerin, göçmen karşıtlığı, İslam ve Müslümanlar gibi konularla ilgili ürettikleri nefret söylemleri ve bu söylemlerin belirli kurum ve kuruluşların fonlarıyla desteklenerek medyada sıklıkla yer alması ve bir propaganda ve dezenformasyon aracına dönüşmesidir. Bu nefret söylemleri, diğer taraftan giderek artan nefret suçlarına sebebiyet vermektedir. Özellikle görünürlük üzerinden ilerleyen ve camilerin, mescitlerin, başörtülü kadınların hedef alındığı bu suçlar ise münferit eylemler olarak değerlendirilmektedir. Sebep olandan eylemi gerçekleştirene kadar yeterli yaptırımla da karşılaşmamaktadır. Bu durum ise yeni eylemlere cesaret vermekte ve bilhassa Batı ülkelerinde azınlık konumunda olan Müslümanları can, mal ve en temel insan hakları konularında tedirgin etmektedir.

    Diğer taraftan çeşitli kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla yapılan son araştırmalar, İslam’a ve Müslümanlara yönelen İslamofobi ve İslam karşıtlığının yükselişini belgelemektedir ve sorunun hangi boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin, 2017 yılında, Amerika’da yayımlanan Federal Soruşturma Bürosu (FBI), Suç Raporlama Programı’nın (UCR) 2002-2017 yılları arasında, Müslümanlara karşı dini önyargı motivasyonu ile Nefret Suçu İstatistikleri raporlarına göre, FBI’a bildirilen nefret suçu, sayı ve oranları değişkenlik gösterse de son dönemde önemli bir artış olduğu gözlemlenmektedir[3]. Yine “Amerika-İslam İlişkileri Konseyi” nin (The Council on American-Islamic Relations-CAIR) 2018 İnsan Hakları Raporu: Önyargı Vaka Verileri’ne göre, 2016 yılından 2017 yılına, ülke genelinde Müslüman karşıtı önyargı olaylarında yüzde 17'lik ve aynı dönemde Amerikan Müslümanlarını hedef alan nefret suçlarında yüzde 15'lik bir artış olmuştur[4].

    2015 yılından bu yana düzenli İslamofobi raporları yayınlayan Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 2019 yılında yayınladığı, “Avrupa İslamofobi Raporu 2018 (European Islamophobia Report (EIR) 2018)” da, özellikle Avrupa’da aşırı sağ’ın yükselişine ve Müslüman karşıtı ırkçılığa dikkat çekilmiştir. Raporda, örneğin, Avusturya’da İslamofobi ve Müslümanlık Karşıtı Irkçılık Belgelendirme Ofisi’nin (Dokustelle Islamfeindlichkeit und antimuslimischer Rassismus) 2018 verilerine göre; Müslüman karşıtı ırkçı eylemlerin yüzde 74 artırdığını bildirilmiştir. Yine Fransa İslamofobi ile Mücadele Derneği (Le Collectif contre l'islamophobie en France (CCIF) Fransa’da 2018 yılında, 676 Müslüman karşıtı ırkçı olayı kayıtlarına geçtiğini bildirmiştir ve bu sayı 2017’de 446 iken yüzde 52’lik bir artışla 676 olmuştur. CCIF ayrıca, İslamofobik eylemlerin kurbanlarının yüzde 70’nin kadınlar olduğu tespitini paylaşmıştır. Öte yandan, İngiltere’de resmi verilere göre, dini temelli ayrımcılık vakaları, 2015-2016 yıllarına kıyasla, 2017-2018 yıllarında yüzde 40 oranında artmıştır. İbadet yerlerine yönelik vandalizm örnekleri de aynı dönemde, yüzde 50 oranında bir artmış ve ülke genelinde 2965 İslamofobik nefret suçu vakası meydana gelmiştir. Hollanda'da, “Ayrımcılık Karşıtı Kuruluşlar (Anti-discrimination Agencies, ADVs)” üçte ikisi Müslümanlara yönelik olmak üzere 304 adet dini ayrımcılık vakası tespit etmiştir ve kurbanların çoğu yine özellikle başörtüsü takan Müslüman kadınlar olmuştur. Belçika İslamofobi raporunda ise bu ülkede de Müslüman kadınlara yönelik gerçekleştirilen saldırıların; sözlü saldırı, hizmetlere erişimin engellenmesi, başörtülerinin zorla çıkartılması, tecavüz girişimi ve fiziksel saldırı olarak çeşitlendiği bildirilmiştir. Genel olarak, Almanya’da ise polis kayıtlarına göre, Müslümanlara yönelik şiddet içeren İslamofobik saldırıların sayısı, 2018 yılında 621'dir. Bu saldırıların 31’i camileri hedef alırken 48’i fiziksel saldırı olarak gerçekleşmiştir[5].

    Öte yandan yine birçok araştırma ve raporu, Müslümanların radikal aşırı sağ terör gruplarının ve neo-Nazi gruplarının da hedefinde olduğu tespitini paylaşmıştır. Bu radikal gruplar, Belçika, Danimarka, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, İsveç ve İngiltere de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerde Müslüman ve İslam karşıtı söylem ve talepleri kullanmaktadır. Aynı zamanda bu grupların gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirmeyi planladıkları saldırılar, Müslümanlar için nefret suçlarından soykırıma geçilecek basamakta bir sıçrayış potansiyeli taşımaktadır. Örneğin, EIR 2018 raporunda yer alan Fransa’da aşırı sağ Operasyonel Güçler Hareketi (Action of Operational Forces, AFO) bunlardan biridir. Fransa'da grup, 24 Haziran 2018 tarihinde eş zamanlı polis baskına uğramış özellikle yüzlerce imam, türbanlı kadın ve camiye silahlı ve fiziksel eylem hazırlığındayken, çok sayıda el yapımı bomba ve silahla birlikte 10 aşırı sağcı, ırkçı militanı gözaltına alınmıştır[6]. Yine, Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (EUROPOL)'nın yayınladığı "2019 Avrupa Birliği Terörizm Durum ve Eğilim Raporu (European Union Terrorism Situation and Trend Report 2019 (TE-SAT 2019)"da da, “Nasyonel Sosyalist ve neo-Nazi grupları, revizyonist bireyler ve gruplar, ırkçı ve anti-Semitik gruplar ve dazlak ve sağcı aşırı sağcı holigan grupları” gibi aşırı sağcı terörist grupların ve şiddetin yükselişine dikkat çekilmiştir[7]. Bu gruplardan en büyüğü olan kimlik hareketleri, Avrupa'da ve dünya genelinde, neo-Nazi, aşırı sağcı radikal gruplar ve bireyler arasında bağlayıcı bir rol üstlenen ve rol model olarak da düşünülmektedir. Hareket kendini, milli kimliğe sahip çıkma misyonu ile öne çıkarmakta, Avrupa’yı bir üst statüde değerlendirip dışa kapalı bir kültür olarak savunmakta, İslam’ı bu kültür için bir tehdit olarak görmektedir[8]. Çok kültürlüğe karşı pozisyonlarını tanımlarken kültürel ırkçılık veya beyaz üstüncülüğünün en önemli örneklerini oluşturmaktadırlar. Ayrıca bu grupların aşırı sağ partilerle organik bağları da ülkelerin siyasetini ve geleceğini şekillendirmektedir.

    Aşırı sağ radikal terör gruplarının tehlikeli yükselişlerine dikkat çeken bir diğer rapor ise Ekonomi ve Barış Enstitüsünün (Instıtute for Economics) tarafından yayınlanan 2018 Küresel Terörizm Raporu ( Global Terrorizm Index 2018) dur. Rapora göre, 2002-2017 yılları arasında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da aşırı sağ gruplar tarafından gerçekleştirilen, ölüm ve olay sayısında belirgin bir artış mevcuttur[9]. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT, OSCE) bünyesindeki Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (ODIHR) nin Şubat 2018 yılında yayınladığı, “Müslümanlara karşı nefret suçu” raporuna göre de bu suçların büyük bölümünün çeşitli nedenlerle kayıt altına alınmaması durumu, bir sorun olarak sunulmaktadır. ODIHR’e bildirilen Müslümanlara yönelik nefret suçları çeşitlerine de yer verilen raporda, bu eylemlerin çoğu kez “mülkiyet ve kadınları” hedef aldığı belirtilmektedir. Mülkiyete karşı saldırılar genellikle “grafiti yazma veya domuz kalıntılarını camilerin, topluluk merkezlerinin ve Müslüman ailelerin evlerinin dışında bırakma” gibi girişimlerle gerçekleşirken, Müslüman kadınlar genellikle başörtüsünden dolayı sözlü ve fiziksel şiddetin kurbanı olmaktadır[10].

    Irkçılığa Karşı Avrupa Ağı’nın (European Network Against Racism, ENAR) 2016 yılında gerçekleşen "Unutulan Kadınlar: İslamofobinin Müslüman Kadınlar Üzerindeki Etkisi (Forgotten Women: The Impact of Islamophobia on Muslim Women) " adlı bir diğer önemli projesinde de Müslüman kadınların karşılaştıkları ırkçılık ve ayrımcılık çeşitlerini tespit edilmeye çalışılmış ve bu konudaki farkındalığın arttırılması amaçlanmıştır. Bu projenin raporunda da “polise veya eşitlik kurumlarına güven duymama, yeniden mağdur olma korkusu ve şiddet normalliğinin içselleştirilmesi" sebeplerle ayrımcılık ve nefret suçu vakalarının yeterince bildirilmediğinin altı çizilmektedir. Raporda, ayrıca medyadaki ve politik söylemdeki Müslüman kadınlara yönelik pejoratif yayın ve yorumların, ayrımcı uygulamalar ve şiddet için uygun fırsat zemini oluşturduğu vurgusu yapılmaktadır[11].

    Bütün bu gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde, popülist aşırı sağ partilerin öteki retorikleri, Batı medyasının provokatif yayınları, neo-Nazi, aşırı sağ gruplar ve terör örgütlerinin nefret söylemleri ve eylemleri, ekonomik zorluk veya sosyal bunalım yaşayan bireyleri de ideolojik olarak negatif yönde etkilemekte ve nefret suçlarına teşvik etmektedir. Bunun en son örneği; 15 Mart 2019’da Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki Nur ve Linwood camilerine, terörist Brenton Tarrant tarafından düzenlenen silahlı saldırılardır. Milli kimliğe sahip çıkma, beyaz üstüncülüğü ve kültürel ırkçılık gibi düşünce ve önyargı saikleriyle donanan terörist “kötü gidişe dikkat çekme, bireysel olarak bir şeyler yapma amacıyla” bu terör eylemini gerçekleştirmiştir. Batı dünyasında, uzun süredir sistematik şekilde yükseltilen Müslüman karşıtı İslamofobik siyasal atmosferden etkilenerek gerçekleştirilen bu saldırılar sonucunda, “kötü gidişinden sorumlu”, camilerde ibadet halindeki masum 51 Müslüman katledilmiş, 49 kişi yaralanmıştır. Zaten terörist Tarrant’ın, saldırıyla birlikte yayınladığı manifestosu incelendiğinde, özellikle kimlikçi hareketler başta olmak üzere, aşırı sağ gruplar ve terör örgütlerinin tehlikeli fikirlerinden etkilendiği açıkça görülmektedir.

    Sonuç olarak, son dönemde, çeşitli kamu kurumu ve sivil toplum örgütlerinin de verileriyle sabit olduğu gibi, yeni kültürel ırkçılığın en belirgin öznelerinin giderek İslam ve Müslümanlar olduğu görülmektedir. Batı dünyasında farklı kültürlerin veya medeniyetlerin entegrasyon sorunları veya krizleri sürecindeki bu gelişmeler, Müslümanların istenmeyen “öteki”, “iç düşman”, “yeşil tehlike” veya terörist gibi etiketlerle değerlendirilmesine de neden olmaktadır. Popülist aşırı sağ parti ve Batı medyası tarafından üretilen nefret söylemleri ise radikal aşırı sağ grupları, terör örgütlerini veya sıradan bireyleri, Müslümanların can ve mal güvenliğini tehdit eden nefret suçları işlemeye teşvik etmektedir. Önleyici tedbir ve yaptırımların yetersiz kalması veya olmaması ise İslamofobinin İslam karşıtlığına dönüşen yeni formu olarak her geçen gün tehlikeli yükselişini sürdürmektedir. SDE


    www.AzadMedia.az

    Mətndə səhv var? Onu siçanla seçin və Ctrl+Enter düyməsini basın.
    OXŞAR XƏBƏRLƏR

    Köşə
    XƏBƏR LENTİ
    BÜTÜN XƏBƏRLƏR