AzadMedia
Telegram Facebook Twitter Youtube Instagram

Türkiyəli politoloq Tevfik Erdem - “Zəlzələ nələri yıxa bilmədi?” - ÖZƏL

  • + A
  • - A
  • 3-03-2023, 13:15

    Türkiyəli politoloq Tevfik Erdem - “Zəlzələ nələri yıxa bilmədi?” -


    Zəlzələ on minlərlə insanın həyatına son qoydu, ürəyimizi yandırdı. On minlərlə yaralı ilə bizi incitdi. Dağılmış evlər, dağılmış məhəllələr və itirilmiş xatirələr ruhumuzun dərinliklərini silkələdi. Nəfəsimizi tutub dua edərək kiminsə dağıntılar altından çıxarılmasını gözlədik, bu gözləmə bizi o qədər gözlətdi ki, qəmli udqunmalarla oturduğumuz yerdə dəfn olunduq, bəzilərində sevincdən göz yaşlarımız axdı sel oldu, çünki daha bir həyat xilas edildi. Zəlzələ canımızı alarkən üstümüzdən silindr kimi keçdi, ağzımızın dadını, evimizin dincliyini apardı.
    Zəlzələ göstərdi ki, bütün bunlardan başqa, insan üzərinə yüklənəndən daha çox yük daşıya bilər, çünki bütün ölkədə səfərbərlik fırtınası əsdi. Yeddidən yetmişə qədər hamı bu səfərbərlikdə iştirak etdi və hamı bir iş görməyə tələsdi. Biz təkcə ağrıdan deyil, həm də qürurdan, sevincdən ağladıq. Dedik ki, biz nə böyük xalq olduğumuzu bilmirmişik.

    Şimdi “abartıyorsun, neden yağmacıları, ev kiralarını arttıranları görmüyorsun,” diye düşünenler vardır. Elbette ki onları da görüyor ve biliyorum ancak onlar diğerlerinin yani yardımseverlerin yanında o kadar önemsiz ve değersiz ki. Evlerini depremzede için açanlar, yardım yapmak için çırpınanların yanında diğerleri inanın devede kulak. İşte bu yüzden deprem millet olarak bizi yıkamadı. Yıkamaz da çünkü Türk devleti büyük milleti de cömerttir.

    Millet olarak depremin olumsuz sonuçlarını azaltmak için çırpındık, çabaladık. Kendimizi bu büyük milletin bir parçası olarak gördük ve sanki yekvücut imiş gibi bir organın acısını tüm vücut hissediyormuş gibi acı çektik. Adını bilmediğimiz, nerede oturduğunu ve kendisi hakkında daha birçok şey bilmediğimiz insanlara yardım etmek için varımızı yoğumuzu ortaya koyduk. Ancak böyle rahatlayabildik, onların yani depremden zarar görenlerin, depremde çocuklarını, annelerini, babalarını, abla ve abilerini kaybedenlerin kendilerini yalnız hissetmemeleri için meydana çıktık, onların gönüllerine dokunmaya çalıştık. Onlara yalnız olmadıklarını, devletimizin büyük milletimizin merhametli ve cömert olduğunu gösterdik. Afet sadece birkaç gün yas tutulmayacak kadar büyüktü. Milletimiz de felaketin büyüklüğünün farkında olduğu için yasını uzun tuttu. Deprem binaları yıktı evet ama millet olarak birliğimizi yıkamadı.

    Depremin yıkamadığı bir şey daha var, önyargılar. Einstein, “önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur” derken ne kadar haklıymış. 6 Şubat depreminde kamu kaynaklı kurumlar müdahale konusunda sert eleştiri alırken STK’lar oldukça ön plana çıkmaya başladı. 1999 Marmara depremi de STK’ların ön plana çıktığı ve devletin eleştirildiği bir süreci ortaya koymuştu.

    Kahramanmaraş merkezli depremde maden işçileri, belediyeler vb.’nin yanında dini cemaat ve vakıfların yoğun biçimde arama kurtarma çalışması yaptıkları, sıcak yemek, çadır, konteyner vb. dağıtmak için sahada adeta karıncalar gibi çalıştıkları görüldü. Tam da bu arada yılların gazetecisi olarak bilinen bir isim, muhalif olma iddiasında olan bir kanalda diğer muhalif isimlerle yapılan bir programda ilginç şeyler söyledi. Onun söylediğine geçmeden önce, şimdi muhalif kanallarda iktidarı sert eleştiriye tabi tutan gazeteci-araştırmacı yazarların yıllarca merkez medyada merkezi temsil etme iddiasıyla program yaptıklarını da hatırlayalım.
    Yılların gazetecisi artık eski pozisyonunda olmadığı için yani merkez medyada olamadığı ve amiral gemisi gazetelerde yazı yazamadığı için olacak ki adeta bir hınçla konuşuyor (14.2.2023):

    “Kimler yoktu biliyor musun meydanda? Bak madenciler var. Gönüllü olarak gittiler. Bütün sivil toplum örgütleri var, öğrenci dernekleri var, bütün herkes var. Noluyor o şey de hani hafızlık kursunu bitirdiği zaman ordu gibi resmi geçit yapan entarili sarıklılar. Nerde onlar. Biri işin ucundan tutamazlar mı? Tutamazlar mı soruyorum ya? Nerde onlar?”

    Daha sonra birçok dini cemaat ve grubun twitter üzerinden kendisine depremde yaptıkları faaliyeti anlatan ve gösteren cevapları karşısında bir kısmını engelleyen yazar, sözlerini geri aldı. 30’dan fazla dini dernek deprem bölgesinde neler yaptıklarını bu yazara açıklamak zorunda kaldı. Gerçekte bu gazetecinin sözleri sadece onun ruh halini değil Türkiye’de din ve dindarlara hasım bir grup insanın bakış açısını yansıtıyor. Buradaki tahammülsüzlük ve taassubun arkasında yatan sebep sadece ideolojik değil sınıfsal da. Çünkü onların zihin dünyasındaki Müslümanlar Afganistan’dan İstanbul’a kadar entarili ve sarıklı. Kılık kıyafetiyle kolayca ayırt edilen, alay edilebilen, eğitim düzeyi düşük, farklı meslek ve statü elde edebilme ihtimalleri düşük, bilimden uzak yani her açıdan kolayca alt edilebilecek bir tip. Bu nedenle Müslüman derken bunları hedef alıp, kum torbası gibi yumruklamak istiyorlar, üstelik yıllarca dindarlara ve dini sembollere yönelik alaycı edebi eser, siyasi söylem, pratik vb. bu yıpratma için uygun zemin hazırladı.

    1999 Depreminde AKUT adeta efsanevi bir dernek olarak ortaya çıkmıştı. 6 Şubat depreminde dini toplulukların kurduğu HAK’dan BEŞİR’e oradan İHH’ya o kadar birçok arama kurtarma ekibi sahadaydı. Deprem boyunca Halk TV canlı yayın yaparken bu derneklerin arama kurtarma faaliyetlerini yayınladı ya da yayın esnasında arka fonda bu dernekler çalışıyordu. Belki de tahammülsüzlük ve taassubun arkasında yatan bu derneklerin, STK’ların performansına yetişememek. Söz konusu gazetecinin içinde yer aldığı kesim ekonomik ve siyasi alandaki hâkimiyetini kaybettiği gibi sözde en güçlü olduğu sivil alanı da kaybetmiş görünüyor. Belki de bu kayıpların baskısı ve tahammülsüzlüğü taassuba sebep oluyor. SDE


    www.AzadMedia.az

    Mətndə səhv var? Onu siçanla seçin və Ctrl+Enter düyməsini basın.
    OXŞAR XƏBƏRLƏR


    Köşə
    XƏBƏR LENTİ
    BÜTÜN XƏBƏRLƏR