ƏMƏKDAR JURNALİST M. KEMAL SALLI - “ KIBRIS VE ABDÜLHAMİT XAN” - FOTO - ÖZƏL
ƏMƏKDAR JURNALİST M. KEMAL SALLI
KIBRIS VE ABDÜLHAMİT HAN
4 Haziran 1878’de, Osmanlılarla İngilizler arasında Kıbrıs Konvansiyonu olarak anılan bir savunma anlaşması imzalamıştı. Devletlerarası hukukta örneği pek görülmemiş bu anlaşmayla Kıbrıs, İngiltere’nin her yıl Osmanlı’ya 22 bin 936 kese altın ödemesi koşuluyla ve “emaneten” kaydıyla İngiltere’ye verilmişti.
İsrail için toprak vermeye razı olmadığından Batılıların “Kızıl Sultan” olarak andıkları II. Abdülhamit, Kıbrıs konusunda İngilizlerle yaptığı anlaşmanın ilk sayfasına, “Hukuk-i Şâhâneme asla halel gelmemek şartıyla anlaşmayı tasdik ederim" notunu düşerek, Ada’nın mülkiyetinin kendisinde olduğunu net olarak belirtiyordu. Çünkü, dönemin uluslararası hukukuna göre, şahısların tapulu arazileri, savaşla bile el değiştiremiyordu.
İttihat ve Terakki’nin, II. Abdülhamit’i tahttan indirip Selanik’e sürgüne gönderdikten sonra yaptığı ilk icraat, padişahın Kıbrıs’taki, Musul ve Kerkük vilayetlerindeki adına kayıtlı tapuları iptal ederek devlet hazinesine iade etmek olmuştu. İngiliz yönlendirmesiyle yapılan ve halka büyük bir başarı olarak sunulan bu operasyonun aslında bir tuzak olduğu, yıllar sonra Kıbrıs, Musul ve Kerkük elden gidince anlaşılacaktı.
Kıbrıs İngilizlere II. Abdülhamit tarafından verilmemiş, İttihat ve Terakki’nin yaptığı hatadan yararlanan İngilizler tarafından gasp edilmiştir.
M. KEMAL SALLI
1571 yılında Lala Mustafa Paşa tarafından fethedilen Kıbrıs’ı, 1878 yılında, Sultan II. Abdülhamit’in İngilizlerle yaptığı anlaşma koşullarına uyulmaması nedeniyle kaybetmiştik. Bu nedenle, güney sahillerimizin 55 km açığındaki Yörükler-1 Kuyusu çevresinde sondaj çalışmaları yapacak olan 4. büyük sondaj gemimize Abdülhamit Han’ın adının verilmesinin doğru olup olmadığı tartışma konusu oldu.
“ABDÜLHAMİT HAN GELİYOR!” başlıklı yazımızdan dolayı, bu tartışmalardan biz de nasibimizi aldık; tarihi gerçeklere duyarsız kalmakla eleştirildik. Halbuki, yazımızın son bölümünde konuya özellikle değinmiş, II. Abdülhamit’in, İngilizlerle yapılan Kıbrıs Konvansiyonu anlaşmasının ilk sayfasına kendi el yazısıyla düştüğü, “Hukuk-i Şâhâneme asla halel gelmemek şartıyla muhanedenameyi tasdik ederim" notuna dikkat çekmiştik.
Bazı peşin hükümlülerin eleştirilerine hedef olacağımızı bildiğimiz için, yazımızın son bölümünde, Kıbrıs'ı II. Abdülhamit'in mi verdiğini, yoksa anlaşmaya uymayan Ingilizlerin mi gasp ettiklerini kısaca anlatmıştık.
İsrail devletinin kurulması için istenen toprağı vermediği için Batılıların “Kızıl Sultan” olarak andıkları II. Abdülhamit’in, Kıbrıs ve Musul Vilayeti’ndeki arzilerin büyük bir bölümünü neden şahsi mülkü olarak tapuladığını, İngilizlerin, yapılan anlaşmaya uymayarak Kıbrıs’ı ilhak ettiklerinde nerede olduğunu sorgulamadan yapılan eleştirilerin özeti şuydu: “Kıbrıs açıklarında sondaj çalışmaları yapacak olan gemimize “Abdülhamit Han” adının verilmesi doğru olmamış; çünkü, padişahlık yaptığı dönemde imparatorluğun büyük miktarda toprak kaybetmesine neden olan II. Abdülhamit, Kıbrıs’ı da İngilizlere vermişti.”
Tarih, toplumları millet yapan çimentodur; o nedenle ayrıntılarının doğru bilinmesi gerekir. Batılıların “Kızıl Sultan” olarak andıkları II. Abdülhamit’in İngilizlerle yaptığı ve Kıbrıs’ın elden çıkmasına neden olan anlaşma konusunda özet bilgiyle yetinen bazı okurlarımızın, yalnızca başlığına bakarak, “ABDÜLHAMİT HAN GELİYOR!” konulu yazımıza eleştiriler yönelttikleri anlaşılıyor.
Bazı tarihi gerçeklere dikkat çekmeden önce sormak isteriz:
Avrupa ülkelerinin enerji krizi yaşadıkları bir dönemde, savaş gemisi değil, bir sondaj gemisi olan "Abdülhamit Han"ın, Gazipaşa'nın 55 mil açıklarındaki Yörükler-1 Kuyusu’nun ikibin metreyi aşan derinliklerinde petrol ve doğalgaz aramaları yapacak olması hiç mi önemli değildir?
Yörükler-1 Kuyusu'nun ve yakın zamanda ilan edeceğimiz Münhasır Ekonomik Bölge‘nin BM'nin onaylandığı Türkiye Kıta Sahanlığı sınırları içinde olmasının hiç mi önemi yoktur?
Kiralık gemilerle değil, kendi malımız olan ve yüksek teknolojilerle donanmış gemilerle özgürce sismik araştırma ve sondaj yapabilmemiz sizleri hiç gururlandırmıyor mu?
Yörükler-1 Kuyusu’ndan petrol ya da doğalgaz fışkırırsa, enerji konusunda dışa bağımlı olmaktan kurtulursak, Batılıları “Kızıl Sultan” olarak andıkları "Abdülhamit Han"ın adı verilen gemi tarafından bulundu diye hiç mi sevinmeyeceğiz?
Türkiye’nin 650 yıllık petrol ihtiyacını karşılayacak hidrokarbon rezervine ulaşması duasıyla Yörükler-1’e uğurladığımız “Abdülhamit Han”a eşlik eden üç geminin, 1963 Kanlı Noel’inde, Kıbrıs’ta, EOKA çetesinin anneleriyle birlikte banyo küveti içinde katlettiği üç yavrumuzun adını taşıyor olması, sizleri hiç mi duygulandırmıyor? (1963 Kanlı Noel”inde EOKA çetesinin katlettiği Kutsi, Murat ve Hakan’ımızı, anneleri Mürüvvet Hanım’ı ve babaları tabip binbaşı/tuğgeneral Nihat İlhan’ı rahmet ve saygıyla anıyoruz.)
BATILI DOSTLARIN İHANETLER ZİNCİRİ
II. Abdülhamit döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük oranda toprak kaybettiği de, Kıbrıs’ın bazı koşullara bağlı olarak İngiliz yönetimine verildiği de doğrudur. Fakat, II. Abdülhamit’i eleştirirken dikkate almamız gereken çok başka doğrular da vardır. Osmanlı İmparatorluğu, II. Abdülhamit döneminde değil, Sultan Abdülmecit döneminde, İngiliz ve Fransızların yönlendirmeleri nedeniyle, hiç gereği yokken, Ruslarla yaptığı Kırım Savaşı (1853-56) sonrasında imzaladığı Paris Anlaşması sonrasında çözülme sürecine girmişti.
Paris Anlaşması (1856) hükümlerine göre, bir Batı ittifakı üyesi sayılan Osmanlı’nın toprak bütünlüğüne saygı duyacaklarına söz veren Avrupalı dostları, bu sözlerinde durmamışlardı. Bunun üzerine Sultan Abdülmecit, Kırım Savaşı madalyasına benzer ve üzerinde “Sizin için öldüler Avrupa” yazan bir madalya bastırmış ve bunu Paris Anlaşması altında imzası olan devlet adamlarına göndermişti. Anlaşma hükümlerince tarafsız bölge ilan edilen Karadeniz, yalnız Rus donanmasına değil, Osmanlı donanmasına da kapatılmıştı.
KIRIM SAVAŞI HENÜZ BİTMEDİ
Osmanlı’nın hiç gerek yokken katıldığı Kırım Savaşı (1853-56), bütün büyük savaşların matruşkasıdır. 93 Harbi de, Balkan Savaşları da, iki büyük dünya savaşı da, günümüzde Ukrayna merkezli yaşanmakta olan savaş da Kırım Savaşı’nın devamıdır. Osmanlı İmparatorluğu, gereksiz yere girdiği Kırım Savaşı sonrasında tarihinde ilk kez dış borç alarak ekonomik yönden batağa saplanmış ve çözülme sürecine girmişti. İsrail’in kuruluşu için gerekli toprakları vermeye razı omadığı için Batılılar tarafından “Kızıl Sultan” olarak anılan, Kıbrıs’ı İngilizlere vermekle suçlanan II. Abdülhamit, bütün çabalarına rağmen bu süreci durduramamıştı.
Tarihte 93 Harbi olarak anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Rus ordularının Yeşilköy’e kadar gelmeleri üzerine, 3 Mart 1878’de Ruslarla Ayastefanos Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştık.
Bu antlaşma ile Rusya’nın Balkanlar üzerinde nüfuzunu genişletmesi İngiltere, Almanya, Fransa ve Avusturya-Macaritan’ı telaşlandırmıştı. Çünkü, Rusların Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri, İngilizlerin Ortadoğu ve Hindistan’daki hedeflerine ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhak girişimine set çektiği gibi, Almanya’nın Doğu Avrupa’ya ilişkin emellerine de ters düşmekteydi. İngiliz donanması, Rusların ilerleyişini durdurmak amacıyla, Ayastefanos Anlaşması’nın hemen öncesinde İstanbul açıklarına kadar gelmişti (13 Şubat 1878).
Ayastefanos Anlaşması ( 3 Mart 1878) Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü garanti eden 1856 tarihli Paris Anlaşması’na da aykırıydı; Paris Anlaşması’yla kurulan Avrupa düzeni, anlaşmada imzası bulunan diğer Avrupalı devletlerin görüşleri alınmadan değiştirilemezdi.
II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküş sürecine sokacak Ayastefanos Anlaşması’nın koşullarını yumuşatmanın bir çaresini bulma arayışındaydı. İngilizlerden yardım istedi. İngilizler de, Ayastefanos Anlaşması’yla Akdeniz’e inecek olan Rusya’nın, Ortadoğu’daki İngiliz çıkarları açısından büyük bir tehdit oluşturacağını gördükleri için, Ruslara baskı yaparak anlaşma koşullarının yumuşatılmasına razı ettiler. Bu amaçla 13 Haziran 1878’de, Alman Şanşölyesi Prens Bismark başkanlığında, Osmanlı, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan’ın katılımıyla Berlin Kongresi toplandı.
Berlin Konferansı öncesinde, 4 Haziran 1878’de, Osmanlılarla İngilizler arasında Kıbrıs Konvansiyonu olarak anılan bir savunma anlaşması imzalamıştı. Devletlerarası hukukta örneği pek görülmemiş bu anlaşmayla Kıbrıs, İngiltere’nin her yıl Osmanlı’ya 22 bin 936 kese altın ödemesi koşuluyla ve “emaneten” kaydıyla İngiltere’ye verilmişti. Her olayı, yaşandığı koşullar çerçevesinde değerlendirmek gerekir. II. Abdülhamit’in Kıbrıs’ı İngilizlere verme konusunda ne kadar istekli (!) olduğunu İngiliz arşiv belgelerinde görmek mümkündür.
KIBRIS, MUSUL VE KERKÜK II. ABDÜLHAMİT’İN TAPULU ARAZİLERİ OLARAK KALSAYDI
İttihat ve Terakki’nin, II. Abdülhamit’i tahttan indirip Selanik’e sürgüne gönderdikten sonra ilk yaptığı ilk icraat, padişahın Kıbrıs’taki, Musul ve Kerkük vilayetlerindeki adına kayıtlı tapuları iptal ederek devlet hazinesine iade etmek olmuştu. İngiliz yönlendirmesiyle yapılan ve halka büyük bir başarı olarak sunulan bu operasyonun aslında bir tuzak olduğu yıllar sonra, Kıbrıs, Musul ve Kerkük elden gidince anlaşılacaktı. Çünkü, dönemin uluslararası hukukuna göre, şahısların tapulu arazileri, savaşla bile el değiştiremiyordu. Kıbrıs, Musul ve Kerkük, batılıların “Kızıl Sultan” olarak andıkları II. Abdülhamit Han’ın şahsına ait tapulu araziler olarak kalmış olsaydı, İngilizler tarafından gasp edilemeyecekti.
Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, II. Abdülhamit Kıbrıs konusunda İngilizlerle yaptığı anlaşmanın sol üst köşesine, “Hukuk-i Şâhâneme asla halel gelmemek şartıyla muhanedenameyi tasdik ederim" notunu düşerek, Ada’nın mülkiyetinin kendisinde olduğunu net olarak belirtiyordu.
II. Abdülhamit Kıbrıs’ı geri alma konusunda azimli ve kararlıdır. Bu gerçeği, 4 Haziran 1878 tarihli Kıbrıs Konvansiyonu’na 1 Temmuz 1878’de yapılan eklemenin altıncı maddesinde net olarak görebiliyoruz:
e) Rusya, son savaşta ele geçirdiği Kars’ı ve Ermenistan’daki öteki yerleşim yerlerini Osmanlı’ya geri verirse, İngilizler Kıbrıs’ı boşaltacaklar ve 4 Haziran 1878 tarihli Kıbrıs Konvansiyonu Antlaşması sona erecektir”.
1.Dünya Savaşı sonunda, 1918'de Brest-Litowsk Antlaşması ile Rusya; Kars, Ardahan ve Batum'u Türkiye'ye iade etti. Ruslar Batum, Kars ve Ardahan’dan çekildikleri halde, İngilizler Kıbrıs Konvansiyonu Anlaşması’na uyarak Kıbrıs’ı Osmanlı’ya geri vermemiştir. 11914’te Osmanlı İngiltere’ye savaş açınca, İngilizler 5 Kasım 1914’te yayınladıkları bir fermanla Kıbrıs’ı ilhak etmişlerdi.
İsmet Paşa Lozan müzakerelerine giderken, yalnızca Kıbrıs değil, Başkent İstanbul bile işgal altıdaydı.
Ülker Piriyeva