Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN: Osmanlı gitti, Ortadoğu kan gölüne döndüYıldız Teknik Üniversite, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Doğan ile “Müslümanların Bugünkü Meseleleri” hakkında konuştuk. Doğan, Ortadoğu’ya tarihi bir perspektif tutarak bugünleri değerlendirdi. Söyleşiyi Yıldız Teknik Üniversitesi Beşiktaş tarihi Yıldız yerleşkesi şehzade köşkünde gerçekleştirdik.
Oğuz Çetinoğlu: Osmanlı Cihan Devleti hâkimi ve hâmisi olduğu bölgeyi huzur, barış ve refah gölü hâline getirdi. Günümüzde bu bölgede 44 ayrı devlet* var. Bunların hemen hepsi âdeta kan gölü hâlinde. Can güvenliği yok, adâlet yok, refah yok, huzur yok… Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Süleyman Doğan: Osmanlı Devleti, Batılı güçler tarafından çeşitli oyunlarla Ortadoğu'dan zorla çıkartıldıktan sonra Balkanlar'da olduğu gibi bugün Afrika dâhil Arabistan bölgesi sulh ve huzura hasret kalmıştır.
Osmanlı Devleti târihe mal olmuş bir devlet... Osmanlılık fikrini saltanat olarak tekrar hayata geçirmek mümkün değil, böyle bir istekte bulunan da yok. Ancak onun devamı durumundaki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı'nın miras ve misyonuna sâhip çıkmak mecbûriyetindedir. Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada Osmanlı'nın misyonunu yürütecek, kalıcı barış ve huzuru sağlayacak daha uygun bir güç görünmüyor. Bu sebeple Türkiye, târihinden gelen bölge ile alâkalı sorumluluğunun gereğini yerine getirmek mecburiyetindedir. İsrail'in Ortadoğu'da yaptığı vahşet görmemezlikten gelinemez. Bugün Büyük Orta Doğu adı altında oynanmak istenen oyunun nihâî hedefi, İsrail’in bölgeye hâkim olmasına dayanmaktadır.
Çetinoğlu: Büyük Orta Doğu kavramı hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Doğan: Büyük Orta Doğu Avrasya’nın kalbidir ve nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman’dır. Sovyetler Birliği döneminde Orta Doğu Komünizm tehdidi altındaydı. Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu’nun sorumluluğunu yâni rant paylaşımını büyük oranda Alman-Fransız ortaklı Avrupa Devletleri üstlendi. Bu durumdan Amerika ciddî ölçüde rahatsız oldu. Baştan beri Amerika’nın bölgeye müdâhale etmek için terörü bahâne göstermesi bir masaldı. Bunu Bush’un resmî danışmanları açık yüreklilikle açıkladılar.
ABD, gücü geriledikçe, ilişkilerle alâkalı gücünü artırmaya çalışıyor. Yapı ile alâkalı güç, milletlerarası kurumlar aracılığıyla kullanılan güçtür.
İngiliz-Amerikan jeopolitik çevrelerin 20. yüzyıl başlarında ürettikleri Ortadoğu kavramı coğrafî değil, siyâsîdir. Bu kavram yüz yıl kadar önce Amerikalı ünlü jeopolitikçi Mahan tarafından Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifâde etmek için kullanılmıştı. Büyük Ortadoğu ise üç kadim kıtanın ortası: Kuzey Afrika, 'küçük' Ortadoğu, Güney Asya, Türkistan (Orta Asya) ve Kafkasya'yı içine alan geniş bir sahadır. Bu alan dünyanın şahdamarıdır.
Çetinoğlu: Belirttiğiniz bölgenin târihî geçmişine kısa bir nazar atfedip kanaatlerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Doğan: Kadim tarihte savaşlar buradan çıkmış, dünyaya nizam buradan verilmiştir. Merhum Prof. Dr. Erol Güngör tarafından kaleme alınan ve Ötüken Yayınları tarafından neşredilen ‘İslam'ın Bugünkü Meseleleri’ isimli kitap bundan yaklaşık 40 yıl önce yazılmış olmasına rağmen hâlâ güncelliğini koruyor ve günün meselelerine ışık tutmaya devam ediyor. Yazıldığı dönemde, seviyeli bir entelektüel tartışmaya zemin hazırlamıştı. Söz konusu kitap, İslâm dâvâsının siyâsî bir dâvâ olduğuna inanmayan yazarın, geçen yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ‘uyanış’ ve bu savaşın Türkiye’ye akseden tezâhürlerini ele aldığı kitabıdır.
Çetinoğlu: Orta Doğu aynı zamanda üç semâvî dinin; Museviliğin, Hıristiyanlığın ve İslâmiyet’in doğuşuna beşiklik etmiş bölgedir. Semâvî dinler kitaplarında huzur, adâlet ve yaşama hakkı tanıyor olmalarına rağmen, beklenenin gerçekleşmemiş olmasının sebeplerini de tahlil etmek mümkün mü?
Prof. Doğan: Bölgenin zenginliklerinden daha fazla pay almak, önemli bir sebeptir. Osmanlı Cihan Devleti, bölgenin tek hâkimiydi. Hatta cihanın hâkimi idi. Huzur ve güveni o sağlıyordu. Osmanlı bölgeden çekilince, sınırları cetvelle çizilerek kurulan devletçikler, süper güçlere karşı kendilerini müdafaa etmekten âciz oldukları gibi, iç huzuru da sağlayamadılar. Osmanlı’nın kuruluşuna müsaade etmediği İsrail devleti, dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan Siyonistlerin desteği ile bölgenin çıbanbaşı oldu. Başka sebepler de vardır mutlaka. Bu kadarı kâfidir kanaatindeyim.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Merhum Erol Güngör’den bahsediyordunuz. Devam buyurur musunuz?
Prof. Doğan: Merhum Güngör bu eserinde 19. yüzyılda kadim bir gelenekle Müslümanların inşa ettiği medeniyetin Batı medeniyeti karşısında geride kaldığına, fakat temel problemi, modern hayata uygun bir hukuk sisteminin yeniden üretilmesinde yattığına dikkat çeker. İçtihat kapısının kapalı olduğu yönündeki görüşleri eleştirir. İslâm’ın kendi içinde ve tutarlı ve dengeli değerler sistemi sunduğunu çağımızın İslâm prensiplerin çok geniş bir uygulama sâhası verebileceğini öne sürer. Kitap, sözü edilen anlayışın hangi hal ve şartlarda köklü ve kalıcı neticeler doğurabileceğini anlamak için okunması gereken kaynak eser niteliğindedir.
Bu kıymetli eserden altı çizilecek değerdeki iki paragrafı okuyucularımızın dikkatine sunuyorum:
Türk işçilerinin Avrupa'daki kültür hayatını gözden geçirenler İslâm'ın orada da yeni kültürel şahsiyeti meydana getiren başlıca kıymet sistemi olduğunu görürler. Avrupa'daki İslamcı Türk işçileri Türkiye’deki İslâm dâvâsının da başlıca desteği durumundadırlar.
Türkiye'deki kalabalıkları şer güçler karşısında bir şahsiyet olarak ayakta tutabilen ortak temel Müslümanlıktır. Bugün gecekondu mahallelerinin camileri vardır ve bu mükellef camiler ora halkının mâlî gücüyle inşa edilmiştir. Bu kitleler geçirdikleri sosyal ve kültürel şoku atlatabilmek, kendi hayatlarına ve dünyanın gidişine bir mânâ verebilmek üzere İslâm dinine dayanıyorlar. Geldikleri kırsal kesimden şehrin karmaşık hayatı içinde bulabildikleri en önemli ve bâriz ortak nokta da İslâmiyet’tir.
Çetinoğlu: Evet! İslâmiyet, bir kısım insanların anladığı gibi değil de, indiriliş şekline uygun olarak yorumlanıp uygulanabilse… meseleler çözülmüş olacak…
Prof. Doğan: Türk işçilerinin Avrupa’daki kültür hayatını gözden geçirenler İslâm’ın orada da yeni kültürel şahsiyeti meydana getiren başlıca kıymet sistemi olduğunu görürler. Avrupa’daki İslâmcı Türk İşçileri Türkiye’deki İslâm dâvâsının da başlıca desteği olmak durumundadır.
İslâmiyet birlik ve kardeşliği emrettiği halde Müslümanlar birbirleriyle ihtilâfa düşmüşlerdir. İslâmiyet, ilmî teşvik ettiği halde Müslümanlar cehâlet içinde kalmışlardır. İslâmiyet adâleti emrettiği halde Müslümanlar birbirlerine zulüm etmişlerdir.
İslâm dünyasının yeniden yücelmesi mümkün olacaksa bunun kaynağını siyâsî gelişmelerde değil, tefekkür sâhasında aramalıyız. Siyâsî kudret başka bir takım gelişmeler için müsâit bir zaman yaratma potansiyeline sâhiptir. Fakat siyâset üzerinde yoğunlaşan çabalar insanları birleştirebildiği gibi onların birbirlerinden uzaklaşmaları ve aralarına husumet oluşturulması için de pek müsâitir. İslâm siyâsî iktidarla birlikte giden, onun kudreti arkasında filizlenen bir doktrin değildir. Siyâsî iktidarın imkânlarıyla hiç ulaşılmayacak hedefleri, İslâm kendi başına gerçekleştirme gücüne sâhiptir. Bu demektir ki İslâm dâvâsının asıl yükü, siyâset adamlarının değil, fikir adamlarının omuzlarına yükleniyor. Müslüman aydınlar ve din adamları, âlimler, mütefekkirler, bu sorumluluğun şuuruna ermek mecbûriyetindedirler. Medeniyetleri politikacılar icat etmemiştir. Medeniyet âlimlerle sanatkârların işidir. Yeni bir İslâm medeniyeti de elbette ilim, fikir ve sanat eseri ortaya koyanların omuzlarında yükselecektir. Eğer onların gayretiyle Müslümanların arasında bir silkinme ve kalkınma olursa, siyâsî hedefler kendiliğinden ele geçecektir. Bu gayeye ulaşmak için İslam aydınlarının kendilerini yıpratan, enerjilerini büyük ölçüde boşa çıkaran siyaâet çekişmelerinden mümkün olduğu kadar uzakta kalmaları, günlük hâdiselere tepeden bakarak kalıcı, köklü çözümler üzerinde kafa yormaları gerekir. Herhalde bu dâvâya en büyük kötülüğü yapanlar, İslâmiyet’i günlük siyâsî kavgalarına, taraflardan biri hâlinde sokmaya kalkışanlardır.
Çetinoğlu: Kavgaların sebebi nasıl yorumlanabilir?
Prof. Doğan: Siyâsî parti farklılaşmaları Batı cemiyetindeki sınıf çatışmalarının eseri olarak doğmuştur ve her siyâsî parti ister istemez şu veya bu zümrenin sözcüsü olmak, onların menfaatlerini birinci plânda tutmak mecbûriyetindedir. İslâm’ı bu çatışmaların dışında tutmayı başaranlar onun birleştirici gücü sâyesinde eşitlik ve kardeşliği tesis edebilirler. Bunu yapamadıkları takdirde İslam’ı kendi fırkalarının, yâni tefrikalarının doktrini hâlinde göstermek gibi sonu nereye varacağı bilinmeyen bir vebâli temsil ediyor demektir.
Çetinoğlu: Süper güçler de kendi menfaatleri istikametinde hareket ediyorlar…
Prof. Doğan: Evet, Amerika ve Avrupalı müttefikleri bugün başta Suriye ve Irak olmak üzere dünya üzerinde büyük bir güç gösterisi peşinde... Ancak unutulmamalıdır ki, hiç kimse kimsesiz değildir: Kimsesiz gibi görünenlerin bir kimsesi vardır. Hiçbir şey yapamıyorsak kimsesizlerin kimsesine duâ edelim! Barış ve huzurun çalışmayı elden bırakmadan…
Sohbetimizi Şâir Rûşenî’nin çok hoş bir beyit ile sonlandıralım.
Kimsesiz hiç kimse yok her kimsenin var kimsesi...Kimsesiz kaldım, yetiş ey kimsesizler kimsesi!
Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim.
Prof. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN:
1965 yılında Aksaray'ın Ortaköy ilçesi Devedamı (eski kasaba) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Kırşehir ve Ortaköy’de ve lise öğrenimini Ortaköy lisesinde tamamladı. Ayrıca dışarıdan İstanbul Küçükköy İmam-Hatip lisesininden fark derslerini vererek bitirdi. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinden mezun oldu (1988). 1995 yılında İngiliz Kültür’ün bursunu kazanarak İngiltere’de, Birmingham Üniversitesinde Politika ve Uluslararası İlişkiler alanında Master Programını tamamladı. Pedagoji alında yaptığı çalışmalarla Pedagoji (Eğitim bilimleri) doktoru unvanını aldı (1999). Yine çocuk ve aile eğitimi ve aile sosyolojisi üzerine yaptığı çalışmalarla Eğitim Sosyolojisi alanında doçent oldu (2012). Devlet Planlama Teşkilatı Ulusal Ajans proje değerlendirmesinde bağımsız (AB) hakemi dış uzmanı olarak görev yaptı (2005–2008). Uluslararası Malezya Üniversitesinde bir müddet araştırmacı öğretim üyesi olarak bulundu (2008). 2009’dan beri Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümünde Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. 2022 yılında Profesör oldu.
Yazar Doğan, uzun yıllar çeşitli günlük gazete ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalışmıştır. Moldova, Gagavuz Özerk Cumhuriyeti Meclisi tarafından verilen devlet nişanı sâhibidir (2001). Çevre konusunda yaptığı çalışmalarıyla ‘Kelaynak Kuşları Zorda’ başlıklı çalışması, 2002; ‘Boğazlarımız Yolcu Geçen Hanı’ başlıklı çalışması, 2004) INEPO (Uluslararası Çevre Olimpiyatları Projesi) uluslararası çevre basın ve Jüri özel ödülü kazanmıştır. Gazeteci ve bilim insanı olarak 60 ülkeye seyahat etmiştir. Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği (1994-), Türk Felsefe Derneği (2008-) ve Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM, 2010-) ve Telif Hakları Derneği kurucu ve genel başkan yardımcısıdır (2016).
30’u uluslararası olmak üzere 100’den fazla ilmî yayını vardır. Başta TÜBİTAK olmak üzere millî ve milletlerarası birçok kurum, kuruluş ve dergilere hakemlik ve ilmî jüri üyeliği yapmaktadır.
Yayınlanmış Kitaplarından bazıları: Afganistan’da kim kazandı? (1993), Keşmirden Geliyorum (1995), Eğitimde Başarının Şartları (1998), Şimdiki Çocuklar Harika (2001), Çocuklar Küçük Bir Şey Değildir (2002), Mutlu Aile Mutlu Çocuk (2003), Başarıya Yürüyenler (2005), Varolmanın Yolunda Zengin Olmak (Editör, M. Uyar ve M. Çetin ile birlikte) (2005), Ailenin Aynası Çocuk (2006), Ailede Sevgi Eğitim (Editör) (2009), Mesnevi’den Pedagojik Telkinler (2013), Konuşmak Lâzım (C. Doğan ile birlikte 2015),Rektörlerin Gözüyle Üniversitelerimiz (2016), Hayatı Güzelleştiren Hikayeler (2020), 100 Soru Cevapta Eğitim Felsefesi (2020), Postmodern Medya (Editör, 2020), Rektörler Konuşuyor (2020), Koronaya 100 Mektup (2020), Profesörler Geçidi (2021), Sorularla Sosyoloji ve Eğitim Sosyolojisi (2021). 10 adet ilmî kitap bölüm yazarlığı, ayrıcı akademik bazı dergilerde hakemlik ve editörlüğü devam etmektedir.