TÜRK DÜNYASI STK’LARI İÇİN YENİ KIZILELMA SUNUMU
Azadmedia.az - Ortak bir amacı veya işi gerçekleştirmek için bizi bilinçli ve planlı şekilde bir araya getiren kıymetli Hocam ve “Örgütlerin Yönetimi Kongresi”ni başarılı bir şekilde organize ederek iyi bir teşkilatçı olduğunu kanıtlayan, dünyanın önemli teşkilatçıları olan Türkleri de “Türk Dünyası STK’ları için Yeni Kızılelma” konusuyla kongreye dâhil eden Prof. Dr. Ali Akdemir hocama teşekkür ediyor ve kutluyor, konu başlığını önemseyip dâhil olan tüm katılımcılara saygılarımı sunuyorum.
Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye’nin yeni Kızılelması konusunu işledi. 25 Kasım 2018 de Ali Akdemir Beyefendinin katıldığı, TEKBAYRAK Derneğimiz ile düzenlediğimiz Türk Dünyası 2. İstişare Toplantımızda “Yeni Kızılelma” fikrini Türk dünyasının ortak değerleri üzerinden gündeme getirmek istediğini söylediklerinde, memnuniyetle dile getirmesini istemiş ve kendilerinin sunumlarını dikkatle izlemiştik. Bunu neden söyledim; toplantıyı düzenlediğimiz için bizle istişare etse de “Yeni Kızılelma” fikri ilk olarak Ali Akdemir Hocamdadır ve kim “Yeni Kızılelma” fikrinden bahsetmek istiyorsa, Ali Akdemir Hocamın telifini en azından ismini anarak gerçekleştirmelidir.
Türk Dünyası STK’ları İçin Yeni Kızılelma
Türk dünyası STK’ları için yeni Kızılelma konusunu anlatmak için bazı kavramları açmak gereğini düşünüyorum.
Konuyu iki bölüm ile sunmayı planladım. İlk bölümde birey, millet, devlet, STK gibi temel tanımlamalar yapacağım. İkinci bölümde ise konu başlıkları açarak Türk Dünyası STK’ları için Yeni Kızılelma hakkında düşüncelerimi paylaşacağım.
1. BÖLÜM
Birey;
1949 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden sonra bireyin uluslararası anlamda önem kazandığını görüyoruz. Doğuşla kazandığı haklar diye başlayan manzume de değer bulan insan, yenidünya düzeninde önemli bir unsur olarak kabul ediliyor.
Zeynep Özlem Üskül Engin “Birey Kavramının Gelişimi ve İnsan Hakları” yayımında birey ile ilgili dikkat çekici açıklaması şudur. “İki yaşına girince Amerikalıların “korkunç iki” (terrible two) diye adlandırdıkları çocuğun otoriteyle ilk çatışmasını bünyesinde barındıran ve insan yavrusunun birey olarak tanınmaya yönelik talebini içeren bir dönemden geçmektedir. Böylece, önce ailesi tarafından varlığının olumlanmasını bekleyen çocuk, daha sonra bir yetişkin olduğunda içinde yaşadığı toplumdan da aynısını bekleyecektir: Toplumun içinde varlığının tanınmasını, yönetimde söz sahibi olmayı, “yurttaş” olarak tanınmayı isteyecektir. Bu noktada, toplum onu ya bir “birey” olarak tanır ya da ona içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olmaktan başka bir değer atfetmez ve varlığına özel bir anlam yüklemez. Bu nedenle, “birey”in toplum içinde tanınması ve insanlar arası eşitliğin sağlanması ve insan haklarına saygı gösterilmesi açısından bir ilk kavram olduğu söylenebilir.
“Hukuk ve Bireyi Anlamak Üzerine Notlar” yayınında Engin Topuzkanamış “modern toplum düzeni, iki unsurun karşılıklı uyumu ile temin edilir: (1) Hem siyasî takdirin/iktidarın sınırlarını belirleyen hem de ona meşruluk temin eden hukuk ve (2) self-disciplined (veya well-mannered) birey” konusuna değinerek birey ve devlet arasında uyumluluk aramıştır.
Millet;
Milletin Ontolojik Temelleri Üzerine makalesinin “Millet kavramını tartışmak” adlı bölümünde Milay Köktürk “Millet kendi varoluş formuyla uzlaşmış, bu formu ve onun gereğini kabullenmiş bireylerden oluşur. Eğer ortada bu minvalde bir tartışma varsa, bireylerin kendi formlarını kabullenişleri vakıasında bir problem var demektir” notu ile bize millet formunun tarifini verirken kabulleniş veya kabullenmeyiş ile ilgilide mesaj vermektedir.
Milay Köktürk Hocanın Varoluş unsurlarından üç varoluş tespiti de dikkat çekicidir;
“1) Soy ya da biyolojik varoluş, bir coğrafyada yaşıyor olma; yani fiziksel temel.
2) Kültürel varoluş; yani sosyal/tarihsel temel.
3) Bilinç varlığı olarak (farkında olan olarak) varoluş; yani bireysel bilinç temeli.”
Benim önermem ise millet; Dünya da biz ve diğerlerinin ayırımında dili bir, tarihi ve kültürü bir ortaklıklarımızın olduğu, birlikten rahatsızlık duymadığımız, aidiyet duyduğumuz Dünya da diğerlerinden ayrıldığımız biz diye kabullendiğimiz büyük toplumun adıdır. Türkler bu topluluğun adını Türk milleti olarak kabul ederler.
Bu önermemi iki örnekle açmak ve anlamlandırmak istiyorum;
1- Sömürgeci devletler kültür ve dil aktarımı ile sömürdükleri bölgeleri ortaklaştırmak istemişlerdir.
2- Osmanlı bu anlamda fethettiği coğrafyalarda farklı diller konuşulduğu için milletleşememiştir.
Türkiye de biz kavramında Türkçeyi yok sayarak, Osmanlı devleti tarihi ile ortaklaştırma çabaları sonucu millet yerine ümmetçiliği biz olarak ortaya koyma çabasını da önermem ile anlamlandırabiliriz. Fakat tarihi İslam tarihinin de evvelinde olan ve Türkçe ile ortaklaşan Türkler için bu teori hileli yönlendirmeden ibarettir. Türk dünyası kavramı ile farklı coğrafyalarda tarih yazan Türkler ortak dili, kültürü ve on bin yıllık tarihi ile ortaklaşmışlardır.
Dile atıfta bulunacağımız diğer bir örnek te Kuzey Afrika da bulunan diğer milletlerin Arapça konuşmaya başlamasından dolayı Arap olarak adlandırmasıdır. İyi araştırılması halinde birçok Kuzey Afrika ulusunun aslında Arap olmadığı fark edilebilir.
Devlet;
Çeşitli varsayımların arasında bana göre devlet; tabiat halindeki insanların soy birliği ile Dünya nimetlerinden ürettikleri faydanın sonrasında geliştirdikleri kurallar manzumesi ile ortaklaştıkları büyük bir güç etrafında birbirlerine bağlanmasının vücut bulmuş halidir. Öyle ki bu aidiyet halinin ele aldığımız millet kavramındaki üç varoluş unsuru ile ayrı ayrı veya birlikte oluşabilir.
Bizim dilimizde deyimleşen iki örnek dikkat çekicidir. Güçlü bir adam (kadın) için “devlet gibi adam (kadın)”, güçlü bir topluluk için “devlet gibiler” söylemleri devletin güç merkezi olduğunun halk olarak kabullenişinin ispatıdır.
Bu noktada emperyalistler ve emperyalistlerle birlikte hareket eden devletlere karşı güçlü bir duruşa işaret eden Türklerin, dünya nimetlerinden maksimum faydalanma düşüncesi ile “Türk Birliği” fikriyatı anlam kazanmaktadır.
Bu noktadan sonra devlet ve birey ilişkisinde cevabını arayacağımız temel soru şu: “hakların sağlanması hususunda devletin icra gücü olan Hükümet kanun, yönetmelik adı altında olası bir yanlış karar alır ve uygulamalara girerse ne olacaktır? İşte burada da STK’lar dan bahsetmek yerinde olur.
STK;
STK tanımını da, Nurhan Yentürk hocamızın “Sivil Toplum Nedir” sunumundan alıntılayalım. “Avrupa’da hükümet dışında bir alan “non governmental organizations” (Hükümet dışı organizasyonlar), ABD’de özel sektör dışında bir alan “non-profit sector” (kâr amacı gütmeyen sektör), Türkçede siyasal alanın dışında görülerek ve sivil topluma referans verilerek “Sivil Toplum Kuruluşları” (STK) olarak tanımlanıyor. STK’ların en belirgin özellikleri; hükümetlerden, kamu makamlarından ve siyasi partilerden bağımsız olmaları, ikincisi de ticari çıkar gözetmemeleri ve kâr amacı gütmemeleridir.”
Birey, millet, devlet, STK tanımlamalarımız ile ikinci bölümün temellerini oturtmuş olduk.
2. BÖLÜM
Türk Dünyası;
Türk dünyası; Türklüğü biz olarak kabul etmiş, dili ortaklaştıran tüm Türk toplulukları için kullanılan coğrafi ve kültürel bir kavramdır.
Türk Dünyası dört farklı şekilde sınıflandırılıyor:
1- Bağımsız Türk devletleri.
2- Özerk olarak yaşayan Türk devletleri/toplulukları.
3- Azınlık olarak yaşayan Türk toplulukları.
4- Göç yolu ile başka ülkelere yerleşen Türk toplulukları.
Bu anlamda göç yolu ile başka ülkelere yerleşenlerin yurt tutmadığı düşünülerek Türk Dünyasının yurt tuttuğu toplam alanı 12 milyon Km2’nin üstünde olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda biz Türkler 400 milyon üstündeki nüfusuyla büyük bir insan kaynağı olarak dünya dinamiklerini etkileyecek bir güce sahibiz. Tarih çalışmaları ile Türklerin daha geniş coğrafyalarda yurt tuttuklarının ortaya çıkacağını ve asimilasyon yolu ile Türklüğünden habersiz insanlarla daha büyük bir toplum olduğu anlaşılacağını öngörüyoruz.
Türk Dünyası STK’ları;
Yeni Kızılelma hedefine varması düşünülen STK’ların durumlarını incelemek konuya anlam katacaktır.
1. STK - Siyaset ve Güç Merkezi İlişkileri
Türkiye’de bütün STK’lar, hükümet dışı organizasyonlar olarak kurulur. Bununla beraber kısmen hükümet veya devlet desteği alan STK’ları görürsünüz. Ayrıca hükümet veya devlet tarafından kurulan ve görünüşte gayriresmî bir hüviyeti olsa bile tüm desteği hükümet veya devlet tarafından sağlanan STK’ları da sezersiniz.
STK’lar; adı üstünde sivil inisiyatiflerin ürünü, sivil toplumun sesi ve gücüdürler. STK’ların kuruluşu ve işleyişinde ülkenin demokratik ilkelerinin ve uygulamalarının etkisini görürsünüz. Demokratik uygulamaları ileri olan ülkelerde STK’lar güçlü ve etkin iken, zayıf olan ülkelerde siyasi güç merkezlerinin güdümüne zorlanmaktadır. Siyasetin ve diğer güç merkezlerinin güdümüne girmiş STK’lar, hür iradelerini güç merkezlerinin yönlendirmesine bırakmış olurlar. Hür iradenin ortadan kalktığı STK’lar ise hedefleri doğrultusunda toplumun gelişimine katkı sağlayamaz. Çünkü etkileyerek yönlendireceği güç merkezlerindeki karar vericilerin altındaki görevliler olmuşlardır.
Tam da burada siyasilere Ziya Gökalp’in şiirini hatırlatmak daha anlamlı olacaktır. “Hükümet halkındır, sultanın değil; Ferman milletindir; divanın değil…"
Mustafa Talas’ın ifadesiyle Türkiye’de STK’lar, gelişmiş ve sanayileşmiş toplumlardaki etkinlik düzeyine sahip değildir. Gelişmiş toplumlarda STK’lar, toplumda itici güç olarak önemli bir role sahiptir. Türkiye’de, STK’ların yapısının ya zayıf ya da dış ilişkiler sistemine bağımlı olması gerçeğinden dolayı; durumun bu şekilde olduğu söylenemez. Tespiti bu anlamda çok etkilidir.
Maalesef Türkiye’de güç merkezlerinde bulunan liyakatsiz karar vericiler; STK’ların projelerine finansal olarak kaynak sağlama karşılığında, kendi ideolojilerine fayda üretebilecek çıktıları beklemektedirler. Toplumun sesi olan sivil inisiyatiflerin hür düşüncelerini, kendilerinin ve üstlerinin keyfine göre ses veren yapılara dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Bu bir güç zehirlenmesidir ve STK’ların hür iradesine kurulmuş en büyük tuzaktır. STK’lar toplumun hür sesleridir ve güç merkezlerindeki hiçbir karar verici, kendisine biat edecek STK avına çıkmamalıdır.
2. Türk Dünyası STK’ları
Türkiye de, Türk Dünyası STK’ları; genelde hizmet edeceği alanda iddiasını sürdürürken, bir Kızıl Elma hedefini de içlerinde diri tutarlar. O da “Türk Birliği”dir.
Milletler de insanlar gibidir. Türk birliği ideali, sağlıklı Türk dünyası ile olur. Sağlıklı Türk dünyası, güçlenmek için en temel ihtiyaç olmakla beraber, bağımsız Türk devletlerinin kurduğu Türk Devletler Teşkilatı’nın güçlenmesi de sağlıklı Türk dünyasının teminatı olacaktır.
Türk dünyası STK’larının görevleri, birinci olarak Türk Devletler Teşkilatı’nı ve bağlı devletleri güçlendirmek, ikinci olarak da bağımsızlığı olmayan sağlıksız Türk toplumlarının acılarını durdurabilmektir. Bu çabalarını; düzenledikleri etkinliklerle, eylemlerle, karar vericileri etkilemek ve yönlendirmek için yaptıkları görüşmeler ve hazırladıkları bildiriler ile göstermelidirler.
Türk dünyası STK’ları; bağımsız olmayan Türkler için İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne aykırı olan devlet ve devlet destekli zulümlerin durdurulması amacıyla Birleşmiş Milletler (BM), Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (BMİHK), Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu (AKİHK) başta olmak üzere BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne imza atmış bütün ülkelerin dikkatini çekip onları yönlendirerek çalışmalıdırlar. Bu anlamda Türk Devletler Teşkilatını da kardeşlerine sahip çıkmak için etkili bir şekilde davet etmelidirler.
3. Türk Dünyası STK’larının Sorunları
Türk dünyası STK’larının başlıca sorunu, finansmandır. STK kültürünün oluşmadığı Türkiye’de gelirlerin düşük olması, gönüllü üyeliği ve bağışı zorlaştırmaktadır.
Samimiyet ile bile kurulsa, bir konu ve amaç için çok sayıda STK’nın olması; aynı yolda olduklarını iddia eden inisiyatiflerin fikir ayrılıklarına düşmesine sebep olmaktadır.
Türk dünyası STK’larının bir başka sorunu ise Türk Milleti’ne ait kavramların faşizm ile yaftalanarak, Batı bakışı ile Türklerin inkişaf yolculuğunun sanki baskıcı ve yıkıcı bir çaba olduğunun dayatılmasıdır. İngilizler, Fransızlar, Ruslar, Çin ve diğer milletlerin kendi inkişafı adına yaptıkları zulümlerin faşizm ile anılmadığını herkes görüyor. Peki, Türkler tarihînde hiçbir zulmü yapmadığı ve yapmayacağı hâlde; kendi milletinin gelişimini isterken, faşizm iddiası hangi gerekçe ile dayatılmaktadır? Milliyetçilik faşizm ise ve faşizm devrimciliğe karşı deniyor. Dünyanın en büyük devrimcisi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve arkadaşlarının altı ilkesinden biri “milliyetçilik”tir.
Batı; Türk milletinin on bin yıllık tarihi, devlet ve yaşam biçimi, on bin yılda oluşmuş töresi, Türklerin on bin yılda evirdiği tüm değerleri, tarihi bin yılı bulmayan kendisini tamamlamamış ve Fransız Devrimi sonucunda ancak Türklerin medeniyet seviyesine ulaşabilmiş bir toplumdur. Birilerinin mal bulmuş mağribi gibi ortaya attığı faşizm tarifine göre, Türklerin medeniyetinde ve yaşam biçimlerinde milliyetçilik dâhil hiçbir olumsuzluğa ve faşizme uyan net bir bağlantıya rastlayamazsınız. Türk milliyetçiliği kendine münhasır bir kavramdır.
“Cihan Hakimiyeti” mefkûresi ve şümulü, emperyalistlerin sömürecekleri devletleri kan gölüne çevirmesine engel olacak yüce bir gayedir. Bu yüce gayeye Türkler tarafından ırkçılık veya benim milletim üstün diyerek yıkıcı yöntemlerle ulaşmaya çalışacağını düşünmek, Türklerin on bin yıllık medeniyetini anlayamamak demektir. Hele hele dün ortaya çıkmış Batı medeniyetinin, biz Türkleri ve törelerini anlayacak ve anlamlandıracak “ideolojiler ötesi bakışımızı” kavramalarını beklemediğimizi belirtmek isterim.
O sebeple Türk milliyetçiliği faşizm ile yaftalayanlar, milliyetçilik anlayışını Fransız devrimi ile kendinde bulan sonradan görme milletlerin Dünya tarihinde büyük imparatorluklar kurmuş Türkleri aşağıya çekmek için kullandıkları ama yerine oturmayan bir safsatadır. Türk milliyetçiliğini faşizm gibi kavramlarla dillendirenlerde halk tabiri ile cahildirler.
Türkiye’nin Türk Dünyasındaki Rolü;
Osmanlı Devleti, 18. ve 19. yüzyıllarda sıkıntılar yaşayan Türklerin bağımsızlığını kesintisiz olarak sürdüren tek Türk devletidir. 20. yy da Osmanlının devamı olan ve tüm Türklerin bağımsız yeni devleti Türkiye, bağımsız olmayan Türklerin zulüm gördüklerinde güveneceği ve sığınacağı kardeş devlet olarak görülmüştür, ikinci vatan olarak adlandırılmıştır. Konuya kıymetli Hocam Prof. Dr. Abdulvahap Kara TDV İslam Ansiklopedisi’nde Kazak siyaset, fikir adamı ve gazeteci Mustafa Şokay’ın şu sözüne yer vermiştir. “Her dış Türk’ün iki vatanı vardır; birincisi kendi ana vatanı, ikincisi Türkiye’dir”
Türk soyluların ülkemize güven duyması ve kültürel farklılık yaşamaması nedeni ile zorunlu göçlerini ikinci vatan Türkiye’ye yapmasına sebep olmuştur. Göçler ile Türk dünyasının çeşitli coğrafya ve boylarından gelen Türkler; Türkiye’de demokrasinin gelişimine göre STK’lar kurarak, geldikleri coğrafyadaki Türkler ve boylarla bağlarını kopartmamış ve çalışmalar yapmışlardır. Türk dünyasının bu gün birlikte hareket etme arzularının oluşumuna bu STK’ların etkilerinin olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Türkiye’nin kurucu kadrolarının Türk milletine verdiği önem, bu manada çok anlamlıdır.
İsmet Bozdağ’ın, Atatürk’ün Sofrası adlı kitabında... Atatürk cumhuriyetin 10. yılı kutlamaları vesilesiyle 29 Ekim 1933 gecesi halk ile iç içe olduğu bir esnada, 24–25 yaşlarında ve mesleği doktorluk olan Zeki isimli bir gencin “ideal olarak bize ne bıraktınız?” sorusu üzerine verdiği cevap dikkat çekicidir. Genç doktoru sormuş olduğu soru üzerine kalabalıktan genel müdür odasına çeken Atatürk, duvarda asılı olan haritayı göstererek şu açıklamayı yapmıştır:
“Düşün bir kere Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı? Demek ki hiç bir şey sürgit değildir. Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız”. Atatürk “Milletler buna nasıl hazırlanır?” sorusuna ise yine konuşması içerisinde şu satırlarla cevap verir: “Manevî köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür; İnanç bir köprüdür; Tarih, bir köprüdür. Bugün biz bu kitlelerden dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından uzak düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir. Tarih bağı kurmamız lazım; folklor bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz. Ortak bir mazi yaratmak peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konularak yapılmaz, bunlar devletlerin ve milletlerin düşünceleridir”. Bu olay İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras ve Hikmet Bayur tarafından doğrulanmıştır.
Huzurlarınızda ileri görüşlülüğü ile Türk Dünyası’ndan önemli şahsiyetleri Türkiye’ye davet ederek bir geleneği başlatan ve kadirşinaslığını gösteren Mustafa Kemal Atatürk’e saygılarımı sunmak istiyorum.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önemli bir mirası da, boyların birleştiği “millet” kavramını örnek olarak Türkiye’de yerleştirmesidir. Türkiye’ye gelen her dış Türk, ülkesinde boy veya coğrafya adıyla kendisini tanımlarken; Türkiye’de milletin adını, yani Türklüğünü boyların veya coğrafya adının yerine kabul etmektedir. Bu boyculuğu kaldırma teorisi, yabancılaşması istenen doğu Türklerine uygulanan ayrılıkçılığı ortadan kaldırarak köklerinde birleşmesi ile ilgili bir sonuç üretmektedir. O bakımdan Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk Milleti ile ilgili diğer çalışmalarını da anlayıp Türk dünyasına da örnek bir önder olarak tekrar anmadan geçmeyeceğim.
RUHU ŞAD OLSUN
Türk Dünyası STK’ları İçin Yeni Kızılelma;
Bu bilgilendirmelerden sonra Örgütlerin Yönetimi Kongresi’nde “Türk Dünyası STK’larının Yeni Kızıl Elması nedir?” sorusuna yanıt olarak, önceki tespitler ışığında bildiğimiz ve dilimiz döndüğünce bir bakış açısı üretip sunmaya çalışacağım…
Bu vizyon ile STK’lar olarak ilgili önceliğimiz; egemen güçler arasında Türk Milleti’nin tüm unsurlarının ata yurdunda huzur ve refahın sağlanması yolunda güçlü isteğin oluşmasını sağlamaktır.
Türk Milleti, bağımsız ve bağımsız olmayan yurtlar olmak üzere iki çeşit yapıda hayatını sürdürmektedir. Bağımsız devletlerin gelişimini sağlamak için STK’lar olarak çalışmalar yaparken, özellikle bağımsız olmayan Türklerin refah ve konforu hakkında dünyada kabul gören evrensel insan haklarını öncelemeliyiz. Dişi, tırnağı ağrıyan bir kişi nasıl doktora gidip sağlığına kavuşmadan normal hayatına devam edemiyorsa; tekrar edersek millet de bir vücut gibidir ve bizde zulüm gören kardeşlerimizin acılarını dindirecek çalışmalar yapmalıyız.
Kızılelma Mefkuresi;
Bilindiği üzere Türk Milleti’nin ilerleme mefkûresinin adı “Kızıl Elma”dır. Peki Kızılelma nedir?
“Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” diyerek Mustafa Kemal Atatürk Ziya Gökalp’e fikri açıdan önem atfeder. Aynı Ziya Gökalp "Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan... Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!" diyerek aslında Kızılelma’nın tarifini müebbet bir ülke olarak anlamlandırmaktadır. Kısaca hudutsuz ve güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar âlemin bütünü Ziya Gökalp’e göre Kızılelma hedefidir.
Genel anlamı; Türk mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadedir. Dünyada Türklük felsefesini yaymak Kızıl Elma’nın ana hedefidir. Türk milliyetçiliğinin ve Türk yayılmacılığının önemli sembollerinden birisi olan Kızıl Elma imgesi, Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler. Ulaşılması gereken bir yeri, fethedilmesi gereken bir beldeyi ifade ettiği gibi; kimi zaman bir devlet kurma idealini, kimi zaman cihan hâkimiyeti idealini, kimi zaman da Türk birliği idealini ifade eder.
Benim düşüncelerime göre Türklerde Kızılelma, Cihan Hakimiyeti düşüncesi tamama erene kadar verilecek mücadelelerdir. Bugün aynı ütopik düşünceyi tek devlet anlayışı ile ortaya koymak isteyen egemen güçler, ilk Türk devleti ile başlayan on binlerce yıllık devlet kültürüyle cihan hâkimiyeti mefkûresini taklit etmektedirler. Aramızdaki fark, Türk cihan hakimiyetinde sömürü isteğinin olmayışı ve tüm insanların refah ve huzurunu adaletle sağlama arzusudur. Dünya’nın sömürgecilik tarihini iyi incelersek, Türklerin cihan hakimiyetinin insanlığa katkı sağlayacak doğru bir fikir olduğu ortaya çıkar.
Profesör Patnaik ile bir röportajda şöyle bir soru var. “Hindistan’ın İngiltere ile samimi ilişkileri devam ediyor ama geçmişteki Türk-Moğol tarihine nazaran daha fazla siyasi patırtı çıkıyor. Oysa her iki taraf da dışardan gelme, aslen Hintli değil. Aralarında fark var mı sizce?”
Profesörün cevabı aynen şu şekilde:
“Evet, Türk-Moğol kökenli Babürlüler de ülkeye dışarıdan gelme. Fakat diğer yandan ülkeye gelen bütün göç dalgaları böyle. Hepsi dışardan gelme. Babürlerin yaptığı şeyin Racastan Prensleri’nin yaptığından farkı yok. Onlar da insanları vergiye bağladılar. Fakat topladıkları parayı İngilizler gibi dışarı kaçırmadılar, yine bu ülkeye harcadılar. Babürlüler geldikleri topraklarla bağlarını kopardılar ve tamamen buralı oldular. Bu açıdan onları İngilizler ile bir tutmak kesinlikle doğru değil. Asla İngilizler gibi bizim ürünümüzü başka topraklara kaçıran, yerli üreticiyi kandıran, onları söğüşleyen insanlar olmadılar.
Bu tespitler ışığında Türk Dünyası STK’larının Kızıl Elması, Türk Milleti’nin inkişafını kadim geçmişteki Türk hedeflerinin ışığında şahikalara ulaştırmak amacıyla karar vericileri etkilemek ve yönlendirmek olmalıdır. Bu etkilemenin ve yönlendirmenin altında yatan hedef ise; Türk birliği ve tüm insanlığın refah ve konforu için cihan hâkimiyeti şümulünün Türklerin bakışıyla sağlanmasıdır.
Türk Dünyası STK’ları İçin Yeni Kızılelma;
Biz Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresi yolunda Türkiye’deki Türk Dünyası STK’ları olarak Türk milletinin inkişafı için Türkiye’ye bir gelecek tasavvuru çizmek ve bu amaca hizmet yolunda çalışmalar yapmaktır.
Bu noktada çapraz sorgulama ile şu soruyu düşünelim. Muktedir mi iktidar, iktidar mı muktedir?
Muktedir olmak için güce, iktidar olmak için kulise ihtiyacınız var. Dünya üzerinde bağımsız Türk devletlerinin ve bağımsız olmayan Türklerin yaşadığı yurtların hepsi bir kulis bölgesidir. Bağımsız Türk devletleri de gücün merkezi olarak görülmeli, bağımsız olmayan Türkler de kulisin bağlantıları olarak düşünülmelidir.
Birleşmiş Milletler de 5 daimi üyeyi iktidar olarak kabul edelim. İktidarın içinde ki 5 üyeden 3ünün net bir şekilde dünya üzerinde farklı coğrafyalarda söz sahibi olduğunu görerek, 5li üyenin dışında kalan Türkler ve Türkler ile bağlaşık olabilecek bir ekosistemin oluşmasını sağlamaktan ve bu bağlaşığın Türkiye’nin gelecek tasavvuru olarak bahsedeceğim.
Dünya üzerinde yaşayan insanoğlunun medeniyet yürüyüşü, dünyanın nimetlerinden daha çok faydalanma şehveti olan emperyalistlerin çağdaş sömürgecilik arzusu için yaptıkları baskılar ve sömürülmemek için baskılara karşı koyanlar arasında acımasız bir anlayışla çatışmalar şeklinde devam etmektedir. Askeri, siyasi ve ekonomik çatışma alanları oluşmuş ve gelir; emperyalistlerin sömürüleri nedeniyle kendi devletinizin topraklarında bile eşit ve doğal yollarla paylaşılan üretim çıktısı olarak bireylere ve toplumlara dağılmamaktadır.
Serdar Şahin
12 Kasım/2022