AzadMedia
Telegram Facebook Twitter Youtube Instagram

Prof. Dr. Kerem Karabulut - “Hansı cəmiyyət öz ixtiralarını istehsal prosesinə tətbiq edə bilmişsə, həmin cəmiyyət inkişaf edə bilmiş və öz dövrünün qabaqcıl sivilizasiya səviyyəsinə qalxa bilmişdir” - ÖZƏL

  • + A
  • - A
  • 24-01-2023, 21:32

    Prof. Dr. Kerem Karabulut - “Hansı cəmiyyət öz ixtiralarını istehsal prosesinə tətbiq edə bilmişsə, həmin cəmiyyət inkişaf edə bilmiş və öz dövrünün qabaqcıl sivilizasiya səviyyəsinə qalxa bilmişdir” - ÖZƏL


    Prof. Dr. Kerem Karabulut

    “Bilgi və elm ümumilikdə eyni məna daşıyan sözlər olsa da, istifadə məqsədlərinə görə fərqlər ola bilər. Bu kontekstdə bilginin lüğəti mənası - “Kainatda baş verənləri və hadisələri ələ alaraq, üsul və təcrübələrdən istifadə edərək nəticə çıxarıb, insanlığa yol göstərən fəaliyyətlər” kimi ümumiləşdirilə bilər. Elm sözü isə bilgi sözü ilə sinonimdir. Lakin əhatə dairəsi etibarilə, mənəvi aləmi nəzərdə tutduqda bilgi sözündən daha çox “Elm” sözü istifadə edilməkdədir.

    Hansı cəmiyyət və ya ölkə elmi inkişaf prosesindən geri qalmadan öz ixtiralarını istehsal prosesinə tətbiq edə bilmişsə, həmin cəmiyyət inkişaf edə bilmiş və öz dövrünün qabaqcıl sivilizasiya səviyyəsinə qalxa bilmişdir.”

    Bu fikirləri Prof. Dr. Kerem Karabulut Azadmedia.az-a olan açıqlamasında vurğulayıb.



    İnsanlık varoluşundan beri bir ilerleme içerisindedir. Bu ilerleme sürecinde insanlığın yolunu aydınlatan temel done ise bilim olmuştur. Hacı Bektaşi Veli’nin şu sözü bilimin (ilmin) önemini özetlemektedir; “ilim ile gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”. Tarihi süreçteki gelişmelerin ayrıntıları incelendiğinde net olarak şu ortaya çıkmaktadır. Bilimi ve bilimsel düşünceyi önemseyen ve geliştiren toplumlar kalkınmış, bunun tersini yapan toplumlar ise geri kalmıştır.
    Milattan önce 3200’lerde Sümerler tarafından yazının bulunması aslında bilimsel birikim ve aktarım için en önemli gelişme olmuştur. Daha sonra Yunan medeniyeti dediğimiz Eflatun ve Aristo gibi düşünürlerin katkılarıyla bilim felsefesi gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Örneğin Eflatuna göre ( M.Ö. 427-347), “devleti yöneten sınıfın erdemi bilgelik olduğundan, yöneticilerin devleti kurarken en iyi bilenler arasından seçilmesi gerekmektedir”. İslam dininde de aynı felsefe geçerli olduğu bilinmektedir. Bu durum bilgi ve bilimin toplumsal ilerleme açısından önemini ortaya koymaktadır.
    Milattan önce 600-300 yılları arasında Yunan medeniyeti zirveye çıkmıştır. Bu ilerlemenin sebebi bilimsel düşünce ve felsefenin gelişmesidir. İslam dininin gelişi ile birlikte “İlim Çin’de bile olsa gidin öğrenin” anlayışının kabulü, bilimsel gelişmelerin Yunan’dan İslam coğrafyasına kaymasına ve bu coğrafyada önemli gelişmelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Yine Zümer Suresi dokuzuncu ayetteki “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” vurgusu bilgi ve bilimselliğin İslamiyetteki önemini ortaya koymaktadır.
    Bu çerçevede, batı dünyası açısından “karanlık çağ” olarak adlandırılan 774-1274 arası İslam coğrafyası açısından “Altın çağ” olarak değerlendirilmektedir. El Kindi, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabi, Ebu Hayyam gibi İslam coğrafyası düşünürleri bilimsel gelişmelere ve dolayısıyla toplumsal kalkınmaya katkıları olan önemli çalışmalara imza atmışlardır. Bunlardan ilk İslam filozofu olarak kabul edilen El Kindi’nin (Ö. 866) şu sözleri günümüz İslam coğrafyası için çok manidardır. El Kindi, dini özünden saptırmaya çalışanları din tüccarları olarak tanımlamakta ve şöyle demektedir; “bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir. Kim din ticareti yaparsa onun dini yoktur!”.
    Ebu Hanife’nin vasiyetinde geçen ”İslam, akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de olmaz” ifadesi, aklın önemini ortaya koymaktadır. Bilimsel çalışma ise aklı iyi çalıştırmakla mümkündür. Demek ki, aklı iyi işletip bilimselliği yakalamak dinin de bir gereğidir.
    1700’lü yıllara gelindiğinde ise İslam coğrafyası bilime ve bilimsel gelişmelere ayak uydurmakta zorlanınca batıdaki özellikle makinanın icadı tekrar üstünlüğü batıya geçirmiş ve o günden sonra bilimsel ilerlemenin ve dolayısıyla ekonomik kalkınmanın öncüleri batılı ülkeler olmuştur. 1760’lı yıllarda James Watt tarafından buhar makinasının icat edilip sanayi üretiminde kullanılmasından günümüze kadar batı üstünlüğünü korumuş ve bu süreç devam etmektedir. Batının ilerlemesini yine bilimsel gelişmeleri taklit yoluyla da olsa Japonya ve Çin (demokrasi eksikliğine rağmen, sanayi üretimine bağlı ekonomik kalkınması ilerlemektedir) gibi az sayıda yapısına uyarlayan ülkeler iktisadi kazanımlar elde edebilmişlerdir.
    Bilime ve bilimsel araştırmaya önem veren ülkelerin daha kolay kalkınabildiklerini yakın geçmişten bir örnek ile de açıklamak mümkündür. 1980’li yıllarda ABD ve İngiltere gibi ülkelerde uygulanan İktisat politikasının adı “Arz Yönlü İktisat”tır. Bu uygulama her iki ülke açısından da iktisadi kalkınmaya olumlu yansımıştır. Ancak burada üzerinde durulması gereken husus, bu uygulamanın bilimsel bir araştırmanın esas alınarak hayata geçirilmesidir. Arthur Laffer adındaki iktisatçı ABD ekonomisi için yaptığı ve literatüre “Laffer Eğrisi” olarak geçen meşhur araştırmasında, vergi oranlarının mümkün olduğu kadar düşük tutulması durumunda ekonomik üretimin (arzın) daha çok olacağı ve böylece kalkınmanın sağlanacağı anlayışına dayanmaktadır. Görüldüğü gibi, ABD gibi dünyanın en büyük ekonomisine sahip bir ülke bilimsel araştırmayı esas alarak ülke politikasını şekillendirirken, gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkelerde bu tür araştırmalara dikkat edilmemektedir. Oysa 1980’lerde ABD’nin uygulamaya koyduğu bu anlayış peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından “İlmin kapısı” olarak nitelendirilen Hz. Ali tarafından dile getirilmiştir.
    Hz. Ali’nin Mısır’a Vali tayin ettiği Malik el-Eşter’e yazdığı emirnamesinde; “Vergi toplamaktan çok, toprağın imarına, kalkınmasına dikkat etmeye çalışmalısın. Çünkü vergi ancak toprak imar oldukça toplanabilir. Toprak imar olmadan vergi isteyen kimse ülkeyi harap ve halkı helak eder. Böylesinin işi, pek az devam eder”. Bu düşünceyi daha sonra İslam sosyoloğu İbn-i Haldun 1300’lü yıllarda “Mukaddime” adlı eserinde dile getirmiştir.
    21. yüzyıl ekonomisi veya dördüncü sanayi devrimi sürecini yaşadığımız günümüz toplumlarının kalkınabilmesinin tek yolu da tarihi süreç içerisinde olduğu gibi, bilimsel çalışmalara ve bu çalışmalarının sonuçlarının teknolojik yenilik ve icatlara uygulanmasıyla mümkün olacağı söylenebilir. Bu doğrultuda toplumsal anlayış açısından yanlış değerlendirilen “icat çıkarma!” veya “eski köye yeni adet getirme!” söz ve algılarının tam tersi bir toplumsal felsefenin geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
    Bilimin önemi Mustafa Kemal Atatürk’ün “ Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” veciz sözünde de anlamını bulmaktadır. İktisadi ve fikri olarak geri kalmış toplumlarda ise maalesef bu sözün tersi uygulanmaktadır. Çünkü geri kalmış toplumlarda, liderlerin söyledikleri bilimin (ilmin) tespitlerinden önce gelmektedir. Bu çerçevede Ali Şeriati’nin şu sözü konuyu aydınlatmaktadır; “Çağdaş dünyamızda artık toprağa, kana, devlete, ırka, bayrağa ve şahıslara tapılıyor”. Unutulmamalıdır ki bu sözde belirtilenlerin hepsini yüceltecek ve kıymetlendirecek olan şey, bilimselliktir.
    Tüm bunlardan çıkarılacak temel sonuç şu olmaktadır; hangi toplum veya ülke bilimsel gelişme sürecinden geri kalmamış ve icatları üretim sürecine uygulayabilmiş ise o toplum kalkınabilmiş veya çağının ileri medeniyet düzeyini yakalayabilmiştir. Aksini yaşayanlar ise geri kalmışlardır.


    www.AzadMedia.az

    Mətndə səhv var? Onu siçanla seçin və Ctrl+Enter düyməsini basın.
    OXŞAR XƏBƏRLƏR

    Köşə
    XƏBƏR LENTİ
    BÜTÜN XƏBƏRLƏR