Bizdeki politikaya akıl sır ermez. Ülkemizdeki politikanın zemini oldukça kaypaktır. Ah, o makamlar yok mu o makamlar! Oturamayan peşinde can atar, oturan ise ne hikmetse bir daha kalkmak istemez. Ah o koltuk, en süslü rüyaların öznesi. Senelerdir, hak etmedikleri halde, bazıları o makamlara, liyakat dikkate alınarak, babalarının yüzü suyu hürmetine, Sessiz sedasız çeşitli ayak oyunlarıyla otururlar, bazıları ise rastlantılar ve şans sonucunda? Ama yaşamları boyunca insanlık adına tek bir hareket etmemiş, memleket ve halk için hiç tasa etmemiş kişilerin oturdukları o koltuklar, bu kişilere değer katmaz. Zaten bu yüzden de koltuktan indikten sonra Sazan’a dönerler. Çünkü yaşamlarının hiç döneminde asla bir dostları bulunmadığından, makamdan inince pat diye boşluğa düşerler, yanlarında hiç kimse kalmaz. Mutsuzdurlar. Kendilerini yaşama bağlayacak hiçbir tutkuları da yoktur. Ya bir çay ocağına sığınırlar, ya evlerinde yalnızlıklarına gömülürler. Ama yaşları 70´lere, 80´lere yaklaşsa da hep o şatafatlı, kendilerinin güç katmadığı, ancak ondan güç aldıklarını sandıkları koltuklarını özlerler. Ah, yeniden bu koltuklarına bir kavuşsalar! Artık yaşı geçmiş bu eski siyasetçilerin en önemli özellikleri, ayak kaydırmayı çok iyi bilmeleridir. Kendilerine yapıldığını düşündükleri, daha doğrusu koltuklarının altlarından çekilmesine neden olduklarına inandıkları kişileri hiçbir zaman unutmazlar. İntikamcıdırlar. Şartlar müsait olduğunda hiç yüzleri kızarmadan fırsatı değerlendirip, o kişinin ayağını kaydırırlar. Onlar için öyle ülkenin, kentin, partinin çıkarları da pek önemli değildir. Çünkü en önemlisi onların yeniden, hiçbir hizmet üretemedikleri makamlara kavuşmalarıdır. Bunu sağlayamazlarsa, yeni bir girişime kadar başkalarına destek vermeyi uygun görüp, ?Arazi’ye uyarlar. 1977 yılından beri bu memlekette yaşayan biri olarak bu gözler neler gördü neler? Ama çok özlediğim halde göremediğim tek davranış şu: Yıllardır politikanın içinde bulunan, hatta kendilerine? Duayen? Unvanı verilen veya verilmeyen, yaşlarını başlarını almış siyaset eskileri hiçbir zaman köşelerine çekilip, Ben artık misyonumu tamamladım. Hiçbir komplo ve kumpasın içinde yer almam. Bana danışıldığında deneyimlerimi paylaşır, ağabeylik yapar, yol gösterici olur, herkesten saygı görürüm? Demezler.
Aziz Nesin´in, Zübük İsimli öyküsü her zaman güncelliğini korur bu ülkede.
Gazeteci &Yazar
Hakan Dikmen
Şeytan, inek sağmakta olan bir kadını takip eder. Bu esnada ineğin buzağısı az ilerideki bir kazığa bağlı durmaktadır. Şeytan, şeytanlık yapacak ya; buzağının ipini bir parça gevşetir. Buzağının karnı aç olduğu için annesinin sağılmasına daha fazla dayanamaz. Debelendikçe boynundaki ipi gevşetir ve sonunda bağından kurtularak, annesini emmek için ona doğru koşar. Bu esnada süt kovasına çarpar ve kovadaki bütün süt yere dökülür. Sağdığı sütün ziyan olduğunu gören kadın, bu duruma çok sinirlenir ve eline geçirdiği odunu buzağının kafasına geçirir. Yavru kan içinde yere yığılır. Bunu gören inek bir tekmede kadını perişan eder. Üzerinde tepişirken kadını öldürür. Gürültüleri duyan kadının kayınbabası, ineğin gelinini öldürdüğüne şahit olur. Eline geçirdiği tüfekle ateş edip ineği öldürür. Silâh sesini duyan kadının kocası ahıra doğru koşar. Bakar ki, hanımı kanlar içinde yerde yatmakta ve babasının elinde de tüfek var; hemen silâhını çekip babasının üzerine mermileri boşaltır.
Olayın şahitlerinden biri durumu ölen kadının kocasına anlatır. Gerçekleri öğrenen adam pişmanlıktan cinnet geçirip intihar eder ve oracıkta can verir. Şeytan bile bütün bu olanlar karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Hemen açar ellerini: “Allah’ım olanlara sen şahitsin! Ben sadece bir parça ip gevşettim…”