Prof. Dr. Celalettin Yavuz
Əsrin fəlakəti: Yunanıstan zeytun budağı uzatdı...
Fəlakətdən əvvəl onlar NATO alyansının bir hissəsi olsalar da, Türkiyə ilə Yunanıstan arasında vaxtaşırı gərginlik yaşanırdı.
Son illərdə ABŞ-ın Yunanıstanda arbitraj üçün silah saxlaması, bazaların sayını artırması Türkiyə ictimaiyyətinin bu iki ölkəyə qarşı reaksiyalarını gücləndirib.
Ancaq Yunanıstanın fəlakətdən sonra isti reaksiyası, Türkiyə-Yunanıstan münasibətlərinin müsbət inkişafında yeni başlanğıc ola biləcəyinə ümidlər yaratdı.
Kahramanmaraşın Pazarcık və Elbistan rayonlarında bir-birinin ardınca gələn 7,7 və 7,6 bal gücündə əsrin zəlzələsindən sonra fəlakət bölgəsinə qlobal dəstək gəldi.
Əvvəlki Covid-19 pandemiyasında olduğu kimi dünyanın harasında təbii fəlakət olsa, illərdir şəfqətli əlləri ilə yardım edən Türkiyə, təxminən 250 km radiuslu, 10 əyalət və rayonu əhatə edən bu fəlakətdən sonra sanki əkdiklərinin bəhrəsini biçirdi.
Fəlakətdən əvvəl onlar NATO alyansının bir hissəsi olsalar da, Türkiyə ilə Yunanıstan arasında vaxtaşırı gərginlik yaşanırdı.
Xüsusilə son illərdə ABŞ-ın Yunanıstanda silah-sursat saxlaması və sanki möhkəmləndirmək üçün bazalarının sayını artırması Türkiyə ictimai rəyində bu iki ölkəyə qarşı reaksiyaları daha da gücləndirdi. Ancaq Yunanıstanın xüsusilə fəlakətdən sonra isti reaksiyası Türkiyə-Yunanıstan münasibətlərinin müsbət inkişafında yeni başlanğıc ola biləcəyinə dair ümidlərə səbəb oldu.
SON YILLARDA GERİLEN İLİŞKİLER
Türkiye ile Yunanistan arasında 2000’li yılların başlarında “İstikşafi Görüşmeler” ile ikili ilişkilerin düzelmesiyle başlayan süreç sırasında kemikleşen sorunlar çözülemese de önceki yılların gerilimleri de yaşanmamıştı. Ancak 2017 yılı sonlarından itibaren Doğu Akdeniz deniz yetki alanları ağırlıklı gerilimler iki ülkeyi tekrar 1990’lı yılların “hasım komşuları” haline getirmeye başladı. Henüz depremden önceki hafta, bir Türk yazılım/savunma firması (STM) tarafından NATO ittifakına ait tüm üslerde kullanılacak istihbaratla ilgili yazılımın geliştirilecek olması Yunan basınının hışmına uğramıştı. Liyakat ve ihale sonucu Türk firmasının yüklendiği bu konuya bile Yunan basınının hınçla yaklaşması, Türk-Yunan ilişkilerinin gerginliğini göstermeye yetmekteydi.
Aynı hafta içerisinde ABD’deki Yunan lobisinin önemli destekçilerinden Maryland Senatörü Chris van Hollen, Türkiye’nin istediği F-16 uçakları ile modernize teçhizatın verilmesiyle ilgili önerinin ABD Başkanı Biden’ın Senato’ya getirmesi halinde bunun İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sonrası gerçekleşebileceğine dikkat çekti. Zira 20 milyar dolar tutarındaki bu önerinin kabulüyle ilgili şartı, 29 Demokrat ve Cumhuriyetçi senatörle birlikte Başkan Biden’a bir mektupla bildirmişlerdi. Rum-Yunan lobisinin destekçisi bu Demokrat siyasetçi ayrıca, ABD ve Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’yi karşı yeni yaptırımları hayata geçirmesi önerisinde de bulundu.
SAVUNMA SANAYİİNDEKİ ATILIM RAHATSIZ ETTİ
Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayiindeki atılımı, İHA ve SİHA’lara ilaveten MİLGEM (Milli Gemi) korvet ve firkateyn projeleri Yunanistan’da bazı kesimlerce “Attila’dan yeni tehdit” şeklinde Yunan kamuoyunda ve Batılı ülkeler nezdinde “Doğu’dan gelen tehdit” şeklinde bir algı yönetimi başlatıldı. Bu bağlamda Yunanistan Stratejik Araştırmalar ve Bilimsel Enstitüsü Başkan Yardımcısı emekli Koramiral Vassilis Martzoukos, deprem felaketinden önceki hafta “Türkiye’nin Yunanistan’ı askeri, siyasi ve diplomatik olarak kuşatmaya çalıştığını ifadeyle, özellikle yakında hizmete girmesi beklenen çok maksatlı amfibi hücum gemisi TCG Anadolu’nun üzerinde SİHA’ları konuşlandırmasını ciddi bir tehdit olarak göstermişti. Ona göre TCG Anadolu Ege dışında Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin planlarını daha karmaşık hale getirmek için kullanılabilirdi.
Mart 2022’de Türkiye ziyaretinde ikili görüşmelere başlanacağı sözü veren, ancak mayıs ayında ABD Kongresi’nde şikayet ettiği Türkiye’ye F-16 satışlarının önlenmesini talep eden Yunanistan’ın Başbakanı Miçotakis, o tarihten itibaren sürdürdüğü Türkiye karşıtlığını depremden önceki hafta Japonya’da da tekrarladı. Miçotakis, Türkiye’nin istikrar ve güvenliği sarsarak Yunanistan’ı tahrik edici eylemlere başvurduğunu dile getirirken, Tokyo Üniversitesi’nde de “Mahallemizde zor bir komşumuz var. Türkiye’den bahsediyorum. Sınırların şiddet yoluyla değişmesine izin vermeyeceğiz!” şeklinde düşmanlığını sürdürdü.
Depremlerden iki hafta kadar öncesinde Türkiye’ye karşı hasmane hareketin savunma sanayii fuarları alanına taşındığı görüldü. Türk savunma sanayiinin ihracatını kısıtlamaya yönelik bu girişimde Yunan tarafı mümkün olduğunca Türkiye’nin Savunma Sanayii Fuarı IDEF’le kendi savunma sanayii fuarı DEFEA’yı aynı ya da yakın tarihlerde planlamaya başladı. 2020 ve 2021 yıllarında rastlanan bu durum, Türkiye’nin Yunanistan’dan çok önce başlamış ve geleneksel hale gelen Mayıs ayındaki fuarı, 2023 yılı içinde bire bir çakışacak şekilde planlandı. Oysa bu tür aynı kategorideki fuarların tarihlerinin birbiriyle örtüşmemesi için özel dikkat sarf edilmektedir.
Ocak 2023 sonlarına doğru Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı hedefinin adresi Afrika idi. Bu dönemde Fildişi Sahili, Gabon ve Gana’yı içeren üç günlük Afrika ziyaretini gerçekleştiren Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın, Yunan basınına göre hedefi Türkiye’nin Afrika’daki etkinliğini frenlemekti. Yunan basınında Türkiye’nin milenyumla birlikte kıtadaki büyükelçilik sayısını 12’den 44’e çıkartması, ihracatını 30 milyar doların üzerine çıkartması, askeri varlığıyla yumuşak gücünü perçinlemesi, Somali’de bir askeri üs ve eğitim merkezi bulundurması hasetle açıklanırken, Yunanistan’ın etkisizliği hayal kırıklığıyla değerlendiriliyordu.
KATHİMERİNİ: HEPİMİZ TÜRK’ÜZ!
Türkiye aleyhindeki tutumu bilinen Yunan Kathimerini gazetesi, deprem felaketinin yaşandığı gün “Hepimiz Türk’üz!” yazan anlamlı bir karikatürü paylaştı. Aynı gün Yunan, devlet televizyonu ERT, Karadeniz’in ‘Ben Seni Sevdiğimi de Dünyalara Bildirdim’ türküsü eşliğinde enkaz görüntülerini verdi. Depremin üzerinden daha 24 saat geçmeden Yunanistan’ın ilk arama kurtarma ekibi bölgeye gönderildi. Bu uzmanlardan oluşan kurtarma ekibine ilaveten ayrıca Atina, İskeçe, Gümülcine, Selanik, Dedeağaç, Midilli ve Rodos belediyeleri ile çok sayıda sivil toplum kuruluşu insani yardım kampanyası için seferber oldular. Depremin üzerinden geçen dokuz gün içerisinde 90 tonluk gıda yardımı 6 uçakla Türkiye’ye ulaştırıldı. Ayrıca Pire limanında yüklenen gemiler ile 160 TIR yardım malzemesi Attica bölgesinden hareketle deprem bölgesine doğru harekete geçtiler.
Komşu ülkenin Özel Afet Müdahale Birimi’nin (EMAK), İskenderun’da 6 yaşındaki bir kızı enkazdan sağ olarak çıkarırken yaşadığı sevinç gözyaşları, “insanlık ölmemiş! dedirtecek kadar anlamlıydı. Midilli Adası’nda Antisas Lisesi’ndeki öğrencilerin, yardım kolilerin üzerine Türkçe ve Yunanca yazdığı; “Biz seni düşünüyoruz, Düşüncelerimiz sizinle, Seni önemsiyoruz, Cesaret insanoğlu, Hepimiz insanız, Geçmiş olsun komşular, Biz düşman değiliz, dostuz” gibi ifadeler de Yunan milletinin samimi duygularını yansıtmaktaydı.
Depremin ilk günü Yunanistan Başbakanı Miçotakis sosyal medya hesabından Türkçe paylaştığı “İçimizi acıyla dolduran görüntüleri, bizi umutla dolduran görüntüler takip ediyor. Yunanlar ve Türkler yan yana, hayat kurtarmak için birlikte savaşıyorlar!” ifadesi yanında 1999 Marmara ve Atina depremlerinde her iki ülkenin birbirine yardım eden dost milletler olduğunu, Türkiye’nin yarasını sarmak için yanında olmayı sürdüreceklerini dile getirmiştir.
Felaketin ilk günlerinde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile birlikte Hatay’daki depremzedeleri ziyaret eden Yunan Dışişleri Bakanı Dendias ise, taziye dileklerine ilaveten ilişkilerin düzelmesi için bir depremin daha beklemesine gerek olmadığı kanaatini paylaşmıştır.
GERGİNLİĞİ AZALTAN İKİ DEPREM
Daha Ekim 1998’de Suriye’den kovulan PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’a kucak açanların başında Yunanistan ve GKRY vardı. Yunanistan’ın Türkiye karşıtlığı Öcalan’ı Kenya’daki büyükelçiliğinde saklayarak sürdürmüş, nitekim buradan çıktığı sırada yakalanmıştı. Öcalan’ın yakalanması sonrası Yunanistan’da Türkiye karşıtı Dışişleri Bakanı Pangalos, Yorgo Papandreu ile değiştirildi, PKK’ya destek politikası gözden geçirildi. İki ülke dışişleri bakanları, İsmail Cem ve Yorgo Papandreu, Haziran 1999’da New York’ta bir araya gelerek yeni bir diplomasi başlattılar. 1999 yılında her iki ülkede yaşanan depremlerin ardından iki ülke kamuoyları karşılıklı yardımlarla birbirlerine daha da yakınlaşınca bu diplomasi daha da güçlendi.
Avrupa Birliği (AB)’nin Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyeliğe adaylığını, diğer adaylarla eşit düzeyde olmak üzere ilan etmesi de iki ülke ilişkilerinin geliştirilmenin önünü açtı. Türkiye’yle uygun bir vakitte tam üyelik görüşmeleri yapılacağı anlamı taşıyan bu gelişme, Türkiye’den 2004 yılı sonuna kadar “komşularıyla sorunlarını çözmesini” de istenmekteydi. İma edilen “Ege sorunları” idi. Türkiye, 2000 yılı başlarında “Ege’de Güven Artırıcı Önlemler” (GAÖ) paketi hazırlayıp Yunan muhataplarına iletti. Yunanistan’ın temkinli yaklaştığı GAÖ’ler üzerindeki görüşmelere nihayet 2000 yılı sonlarına doğru başlanabildi. 2000 yılında iki ülke arasında imzalanan “kültür, çevre ve turizm konularında bazı antlaşmalara ilaveten Nisan 2001’de de karşılıklı olarak kara mayınlarının üretim ve kullanımını yasaklayan bir antlaşma imzalandı.
Dışişleri bakanlarının Şubat 2002 içerisinde New York ve İstanbul görüşmelerinin ardından Ege sorunları konusunda “İstikşafi Görüşmeler” kararı alındı ve ilk görüşme de 12 Mart 2002 tarihinde Ankara’da gerçekleştirildi. Ege’de çatışma riskinin azaltılarak karşılıklı güvenin arttırılmasını hedefleyen ve üzerinde mutabakat sağlanan GAÖ’lerin sayısı 2010’lu yıllarda 29 idi. GAÖ süreciyle birlikte Nisan 2005’te iki ülke arasında hava sahası ihlallerinin krize dönüşmeden çözümü maksadıyla hava kuvvetleri komutanlıkları arasında doğrudan “kırmızı hat” kurulması kararlaştırıldı. Bu gelişme sonucunda Mayıs 2006 içerisinde iki ülkenin savaş uçağı havada çarpıştığı halde kriz yaşanmadı.
Yumuşama süreciyle birlikte Dışişleri bakanlarının yılda bir kez karşılıklı ziyaretleri, bakanlık müsteşarları arasında Ege sorunlarıyla üzerinde istikşafi görüşmeler ve çeşitli alanlarda kurulan çalışma grupları, Dışişleri bakanlıkları siyasi direktörleri arasında GAÖ görüşmeleri ile beş koldan yürütülen faaliyetlerle ilişkiler geliştirilmeye çalışıldı. Kıbrıs sorununun çözümü konusunda, daha sonra Türk tarafının aleyhine olduğu anlaşılacak olan Annan Planı’nın kabul edilmesi için kampanya bile başlatıldı. Sonuçta Türk tarafı büyük oranda kabul ederken, Rum tarafı kabul etmedi. Sonraki süreçte Kıbrıs’ta zemin kaybetmeye devam edildi.
60’ıncısı Mart 2016’da Atina’da düzenlenen istikşafi görüşmeler, sığınmacı sorunu ve 2017 yılında su yüzüne çıkan Doğu Akdeniz’deki “deniz yetki alanları” uyuşmazlığı sebebiyle yapılamadı. Uyuşmazlık gerilime kadar tırmandı. Neticede Eylül 2020 ayı içerisinde bilhassa Almanya’nın aracılığı sonunda 61’inci istikşafi görüşme yapma kararı alındı. Anılan görüşme Ocak 2021’de İstanbul’da gerçekleşse de daha sonra gene tıkandı.
SÜTTEN AĞZI YANAN YOĞURDU ÜFLEYEREK Mİ YEMELİ?
Asrın felaketinde Yunan halkının uzattığı dost eline ve önemli bir kısmı AB çerçevesinde Yunanistan devleti üzerinden verilen yardım ve desteklere müteşekkiriz. Ancak bu güncel romantizm içerisinde iken geçmişte Yunanistan’la yaşanan çok sayıdaki tecrübelerden en azından üçünü hatırlatmakta yarar görülmektedir: İlki, her iki ülke birlikte 1952’de NATO’ya girdikleri, 1954’te Balkan Paktı’nı kurdukları halde, hemen ardından Yunanistan’ın Kıbrıs’ı yutmak için Kıbrıs’ta EOKA tedhiş örgütünü kurmasıdır. İkincisi; Londra ve Zürih antlaşmalarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti iki toplumlu olarak kurulmuş iken, 1963’te Rumların Akritas Planı ile Türkleri asimile etmeye çalışmış olmalarıdır. Bir diğeri ise AB adaylığının beklentisi içerisinde olumlu yaklaşılan Annan Planı’nda kaybedilen zemindir.
Türkiye’nin bekası ve refahı için “Yurtta barış, dünyada barış” sözünün geçerli olduğuna inanılmakla birlikte, Yunanistan ile geçmişte yaşananlar hatırlandığında acele etmek yerine, “yoğurdu üfleyerek” yemenin gerekli olduğuna inanılmaktadır. Hele de KKTC’nin bağımsızlığı için girişimler başlatılmışken, bu konuda yeni bir zemin kaybı daha yaşanmamalıdır..
Ülkər Piriyeva